11 Aralık 2012 Salı

Gök/yüzü

Sert çikolatalar,
Heves kıran insanlar,
Evde su kalmaması
Ve teki bozulmuş kulaklık hiç güzel olmayan birkaç şey.
Ama biri tarafından sevilmek güzel şey.

Denizlerinde yüzmek onun,
Dalgalarıyla kıyılarına çarpmak.
Fırtınalarında boğulma tehlikesi geçirmek.
Ama bu deniz boğulmak isteyeceğiniz cinsten değil.

Çünkü bu denizin altında bir gökyüzü var.
Ama bazılarınız bunu göremez.
Ziyanı yok, 
Zaten onlar suyun soğukluğunu bahane etmeyip girebilecek kadar cesur da değiller.

Bazı düşüşler vardır, gökyüzüne doğru olur.
İnsanlarsa buna uçmak der.

Gökyüzünü yedim,
İçimde kuşlar uçuşuyor.
Size ille de dalga mı lazımdı?

Neden ama, dalgalar bile denizde boğulur ki.

İçimizden her çıktığımızda daha dar bir yerde buluyorduk kendimizi.
Ve olmadık şeylere takılıp yine kendi üzerimize düşüyorduk.
Yağmura takılıp buluta kapaklanan bir kuş göremezsiniz mesela,
Çünkü düşmek yerdekiler içindir.

Ve  gök/yüzü aslında hepimizi taşıyacak kadar sağlam değil.

Bu yüzden bazılarınızın yerde kalması daha iyi.

31 Ekim 2012 Çarşamba

Ekim'in Son Günü

Deniz olsaydım gökyüzüne kaçmak isterdim.
İnsanların pisliklerini ulaştıramayacağı kadar uzakta olmak.
Ceketlerinin altındaki pislikten bahsediyorum tabi ki,
Hoş kendini hiç pis hissetmedi ki insan, ceketini rüzgarı kirletmemek için giysin.

Yüzündeki yaşanmamışlığa bir bak, nasıl da boş çizgilerin içi.
Tabi bir de fazla yaşanmışları var onun, bedeninin ondan iyi bildiği.
Belki tehlikeli bir sırra çekiliyor,
Belki pişmanlık eşiğinde dönüyordu.
Bu yine de bir sonrakine olan iştahının ikiye katlanmasını engellemiyordu.
Asla doyurulmayacak bir açlıktı onunki.
Çevresinde yiyecek bir şey kalmadığında kendini yiyip bitirecek bir açlık.
Tutunabilecek bir dal aramakla ilgiliydi galiba bu.
Ağaçtayken uzanamadığımız, yere düştüğünde ise dönüp bakmadığımız.

Sen iyisi mi açlığını bir nefesle bastırmaya çalış bu seferlik,
Sonra başla dudaklarından, kanamaya.
Ve gölgesini çekip üzerine, öylece uyu.

17 Ekim 2012 Çarşamba

Akvaryum 2

Sağ kolumdaki kıvılcımdan doğan yangını ormanlara bulaştırıyorum.
Belki seninle birkaç güzel geyik görebiliriz böylece.
Sincapların telaşını, şaşkınlık ve hayranlığı birbirine karıştırarak,
Tek seferde şerefesiz içebiliriz.
Düşünsene ne sevdalar kül oluyordur ağaç dallarında,
Ve ne sırlar vardır aslında ağaç kovuklarında.
Sıcağa dayanamadığımızda hızlıca uzaklaşabilmemiz için,

İki bisiklet duruyordur mesela şuracıkta.
Bisikletlere kadar yarışıyoruzdur,
Beni geçmene izin vermiyorumdur tabi,
Uzaklaşmanı gözüm kesmez çünkü.
(Uzaklaşmaları hiç sevmem çünkü)


Biz iki acemi balık,
Alışık değiliz ya bir akvaryumda yaşamaya,

Ondan biraz su sızdırdığında yaşadığımız panik.
Oysa ki hala öğrenemedik.
Bizi bu akvaryuma koyan şey,
Burada birlikte kalmamız için de elinden geleni yapacaktır.
Böyle panik anlarında sen bana daha da sıkı sarılmaya çalışıyorsun ya hani,
Ben ne kadar seni itmeye çalışsam da.

İşte ben, o beni sarmaktan vazgeçmeyen kollarını,
Ve beni sevmekten vazgeçmeyen kalbini seviyorum.

Kalbim kalbini sahiplendi bayım,
Bundan sonra kalbin benim evim.
Ve sesinden öpüyorum bayım,
Sesini koyduğum akvaryumda izlemeye devam ediyorum..


30 Eylül 2012 Pazar

Eylül'ün Son Günü

Göğüs Kafesi

Hava bugün pek sıcak,
Tüm camlar açık, cereyan yapıyor.
Koltukta televizyon karşısında, kafası kucağımda portakal soyuyorum.
Dişleri kamaşıyor, dudaklarımla paylaştığı portakalı ısırken.
Suratındaki büzüşmüş ifade hoşuma gidiyor, gülüyorum.
Dişleriyle oynuyorum parmak uçlarımla.
Bu da onun hoşuna gidiyor, parmak uçlarımı ısırıyor dişleriyle.
Yüzünde hınzır bir ifade var şimdi.
Doğrulup kucağımdan boynuma uzanıyor.
Islak bir öpücük.
Yanımda kalması için vereceğim şeylerin listesini yaptım.
Herkes öldü,
Gökyüzü yandı.
Ve geriye sadece yatak kaldı.
Şimdi istediğim tek şey, tenimin sırdaşı olması.

Daha önceden yazdıklarımı okumuş gibi,
Gözlerimin yeşilinden, öyle doğru bir şekilde öptü ki dudaklarında bir orman filizlendi.
Ormanın ağaçlarının dalları ikimizin etrafını sardı.
Nefesini ensemde hissediyorum.
Soluk alış verişi hızlandı.
Kalbinin atış ritmi bozuk ama benim için bozulduğunu bilmek güzel.
''Sana maruz kalmak istiyorum.'' dedi, ona maruz kalmayı nasıl istediğimi bilmiyormuş gibi.
Ayaklarımın altından tenimi iştahla öpmeye başlayan dudakları,
Bacaklarımdan göğüslerime kadar her bir noktamla buluştu.
İstemdışı kısa bir inlememle,
Göğüs kafesime yakın bir yerde duraksadı.
Yüzünü yüzüme çekmeye çalıştım, yüzünü sakladı.
''Kendini benden saklama.'' dedim.
''Kendimi senden saklamak mı, saklanmak istediğim tek yer koynun.'' dedi.
Koynuma iyice bastırdım onu.
Öyle sıkı bastırdım ki; içime, tenimin altına geçti.

Daima orada saklıycam onu
...





7 Eylül 2012 Cuma

Kuş Beyni

Kuşlar özgürlüklerini kanatlarında taşırlar.
Bundandır çoğu insanın onlara hayranlıkları.

Bir gün kuşun biri de kalktı bir insana hayran oldu.
İnsanın ona gösterdiği ilgiden dolayı onu seveceğini sandı.

Ama bilmiyordu ki aslında insanın ilgisi ona değil, özgürlüğüneydi.
Uçamadığı için kuşun kanatlarına saldırdı adam.

Eline geçen tek şey kan oldu.

Bazı kuşlar böyle ahmaktır işte,
Ve özgürlük onlara sadece ölüm getirir.
Ama sen merak etme,
Sana nasıl ölüneceğini yaşayarak gösterenler olacak.

31 Ağustos 2012 Cuma

Ağustos'un Son Günü

Bir adım atıyorum, minik taşlar batıyor ayaklarıma.
Bir adım daha.
Dengemi yitireceğim.
Hiçbir anlamı kalmaz o zaman, kendi kararım olmalı.
Kollarımı geriye uzatıp,
Düşüyorum.
Bu his tarif edilemez.
O yüzden tarif etmeye uğraşmayacağım.

Düşüyorum..
Öyle derine öyle şiddetli düşüyorum ki,
Hayatın benimle işinin bitmediğini tüm derimin yanması sayesinde anlıyorum.
Evrendeki oluşmuş ve oluşabilecek tüm baloncuklar,
Gözümün önünde sağa sola kıpırdıyorlar. 
Hiç bitmiyorlar, hiç durmuyorlar.
Uzuvlarımı görüyorum birbirlerinden çok uzak ve ayrı yerlerde, 
Baya dağılmışım anlayacağın.
Birine doğru yöneliyorum, onu tuttum derken diğerini kaybediyorum.
Ben, çok uzun süredir, kaybediyorum.

Gözlerim kapalı ama seni, beni izlerken görebiliyorum.
Merakla izliyorsun hatta bir an üşümeyi bile unutuyorsun.
Her şey fazlasıyla gereksiz geliyor.
Bir ciğer daha istiyorum.
Tüm vücudumda ciğerler olsun istiyorum.
Dahası, ciğerden oluşmak istiyorum.
Suya düşen, bol hava depolamış büyük bir ciğer…
Gariptir, her şeyin bu kadar kaygan olmasının hoşuma bile gittiğini hatırlıyorum.
Her su taneciğini tek tek görebiliyorum,
Birinin üstünden kayıp diğerinin altından geçiyorum.
Birden bu durumdan zevk aldığım için kendimden tiksiniyorum.
Çok havasız ve karanlık.
Halbuki dahası var.
Işık var.

Yüzeye çıkıyorum.
Saçlarımdan göğüs çizgime doğru bir kaç damla su akıyor.
Ben saçlarımı uzunken daha çok seviyorum.
Çünkü kısa saç bana hatırlamak istemediğim insanları hatırlatıyor.
Gözlerimi açıyorum.
Ters ışıkta, seni bana bakarken seçebiliyorum.
Teşekkür edilmesinden hoşlanmadığımı bilirsin,

Ama yine de bugüne kadar bana böyle güzel bakan tek insan olduğun için,
Çok teşekkür ederim sana...

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Öyle

Öpüşüyoruz sırtlarımızla,
Omurlarımız oturuyor omurlarımıza.
Gözlerin kaçıyor dönmekten,
Ellerimizin tersiyle tutuşuyoruz.
Kürek kemiğim bir çıkartma yapıyor sırtına,
İç içe geçiyor bir şeyler,
Nasıl da her şey soyut.
Yüzümün izdüşümü senin göğsünle yüzünün hizasında gidip geliyor.
Ben gidip geliyorum.
Kafan arkaya düşmüş,
Gerilmiş boynun.
Damarları şişmiş boğazının,
Gözlerin kapalı.
Belli belirsiz aralık ağzın.
Tek elin saçlarımda,
Öteki ne olduğunu şaşırmış bir halde duruyor.
Keskinleşiyor nefeslerimiz.
Öyle.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Dilek Kumbarası

''Artık başka bir anlamı var bu saatlerin, seni bana hatırlatıyorlar'' dedi.

Gecenin bu saatlerinde o,
Beni hiç bulunmadığım şehirlerimden öpüyor.
Belki bulunmuş olsam, bu kadar kaybolmazdım.
Sokak lambalarına alışık olmadığım caddelerimde volta atıyor.
Belki alışık olsam, bu kadar aydınlanmazdım.
Dilencilerine yabancı olduğum duvar kenarlarında bağlıyor bağcıklarını.
Belki tanıdık olsam, bu kadar oyalanmazdım.
Ve o, gecenin bu saatlerinde,
Daha önce hiç uyanmadığım bir gökyüzü parçasının altında,
Yıldızlar kaydırıyor benim için, güzel dileklerle.

Dilekler çocuklar içindir,  ama ben çocukken bile hep büyüktüm  içimde.
(Çünkü büyük olmak zorundaydım)
Ondandır dileklerle hiç bir zaman işim olmadı.
(Doğumgünlerinde mecburi olarak 'bir dilek tut' cümlesi ardından mum üflemem dışında)

İstediğim çok şey oldu belki.
Kimine sahip olduğum, kimine uzaktan baktığım.
Yine de dilek tutmak, hayal kurmak, güzel şeyler düşünmek,
Hiç bana göre olmamıştı.
Bunları hep çocukça şeyler olarak görmüştüm.


Ama son bir kaç haftadır düşünüyorum da,
Sanırım daha fazla geç kalmadan çocukça şeyler yapmalıyım.
Ve bunları yaparken gülümsemeliyim (gerçekten) çünkü gülümsemek önemli.

Ve gülümsetmeliyim, çünkü bence bu daha önemli.

Şimdi gülümse bakalım çocuk, çekiyorum.

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Temmuz'un son günü



Akvaryum


Yara izlerini silemezsin, sadece görmezden gelmeyi öğrenirsin.
Ve inandıklarının hepsinin seni yerle bir etme telaşında olduğu bu dünyada,
Yeni bir yara almaktan korkmak o kadar da garip karşılanmasa gerek.
Kendi kabuğunda kulaklarını sağır eden sessizliğini dinlemen de öyle.

Ben sessizdim ama sen beni duydun bayım.
(Beni duyması için bağırdığım insanlar bana sağırken)

Ayakların yanmıştı. 
Sarmaşıkların dibinde serçeler vardı ve ıslak meyve sandıkları.
Gözlerinde kömür karalığı, yine de beni gördün.

(Beni görmesi için gözlerinin önünden ayrılmadığım insanlar bana körken)
Evime kuru dallar taşıyordum.
Yapacağım yuvada günü geldiğinde kendimi ateşe verebilmek için.

Ama sen önce ateşi icat etmemem için kapandığım mağaramdan çıkardın beni.
Sonra karamsar tüm cümlelerimi bozup, kelimelerimi bozguna uğrattın.
Son zamanlarda elimde olan tek cümleler olduğu için onlar,
Ben konuşmayı unuttum bayım.
Ondandır sana sürekli 'ne diyeceğimi bilemiyorum' demem.


Çok fazla yara aldım ben, izlerini benden başka kimsenin görmediği.
Fazla konuştum, hep söylemek istediklerimi söyleyememekten.
Fazlasıyla güldüm ben, sansınlar ki unuttum yaşananları.
Ve çok fazla yokuş çıktım ben, hepsi içime inen.

Yine de;
Küçük bir girdaba kapılıp sağ kurtulunca,
Belki omzuna yaslanıp,
Belki göğsüne uzanıp,

Belki göğsün kimsesizdir.
Belki gök/yüzün çizgisizdir.
Belki gönlün hilesizdir diye;
Her hikâyede masum, her hikâyede kahraman, her hikayede ayakta kalabildiğimi
Bil isterim.


Sesinden öpüyorum bayım
Ve sesini koyduğum akvaryumda izliyorum.



28 Temmuz 2012 Cumartesi

Kuş Yuvası

Seni ilk gördüğüm yerde belinden kavrayıp kendime çarpmak istiyorum,
Hayır sarılmak değil bu.
Ayağın takılsın ve dudakların dudaklarıma düşsün.
Öyle sert düşsün ki, alt dudağım kanasın.
Bırak kalsın.
Senin açtığın yaranın tadını alayım.

Boynunda nefes alayım.
Çünkü sen boynunda kuş yuvası olan biriydin.
Ve ben şehrin yorgunluğunu alan kuşlarla birlikte izlerdim gök/yüzünü.

Ne istiyorum biliyor musun?
Tüm vücudunu ezbere bilmek istiyorum.
Beni ye bitir.
Ölümüm senin elinden olsun istiyorum.
Ölümü öp istiyorum.
Sonra sen de öl istiyorum.
İkimizi bir tabutun içinde hayal ediyorum.
-Omzumda eskimeliydin aptal çocuk, birlikte çürümeliydik.
Ama biz birlikte ölmeyi bile beceremedik.
Çünkü sen ölmek için çok gençtin, ben ise çok yaşlı.

O değil de;
Siz benim sevdiğimin koynunda yatıyorsunuz  be sevgili insanlar, onu ne yapıcaz?


                                                                                                             




                                                                                                 

20 Temmuz 2012 Cuma

Deniz Kokusu

Unuttuğum şeylere sığmıyor zaman.
O yüzden; unuttuğum şeyleri vakitsiz hatırlayıp,
Anılardan kokular çıkartıyorum kendime.
Sonra denize döküyorum hepsini.
Bir geminin pervanesine takılıp,
Gözümün görmediği uzak denizlere gitsinler diye.

İçimden gemiler kalkıyor, ben yetişemiyorum.
Söylesene kaptan, denizin üstü hiç kurumaz mı?
Hep böyle ıslak mıdır?
Ben ıslanmayı sevmem ama denizi severim.
Ve ikimize çok yakışacak denizler var, biliyorum.
Hadi gemine atlayıp o denizlere gidelim kaptan.
Rüzgarın yelkenlerini savurduğu o denizlere..
Yol çok uzun ve tehlike dolu değil mi kaptan?
Bak işte gemimiz alabora oluyor.
Boşuna çırpınma, elinden bir şey gelmez.
İyisi mi sen o dümeni bırak ve gel ihtişamlı batışımızı seyret benimle.
Biz varamayız o denizlere kaptan.
Çünkü anlamamazlıktan geldiğin o uzun yol, biliyorum hiç bitmeyecek
...

15 Temmuz 2012 Pazar

Duygu Kırıntısı

”Aşkın karşıtı nefret değil, tepkisizliktir.”

İnsan birini haddinden fazla beklediğinde,
Artık sadece gelsin ve ağzının ortasına bir tane çaksın istiyor.
Kısmen hastalıklı.
Sana bir iyilik yapsın ve burnunu kırsın.
Aylar sonra ilk defa, farklı bir acı hissedersin fena mı?
Yaşadığını hatırlarsın.

Nefretle vursun.
Öfkeyle.
Ufacık bir tutku belirsin gözlerinde.
Tırnaklarını geçirsin cılız kollarına.
Kanasın bırak.
Fena mı?

Zehrini akıtırsın.
Bağırsın, küfür etsin, aşağılasın, kovsun seni.
Yeter ki bir enerji ortaya çıksın artık aranızda.

Bu ıssızlık bitiriyor seni.
Biraz duygu kırıntısı dökülsün yerlere, kuşlar yesin.

En kötü tepki, tepkisizlikten iyidir ya hani; 
Gelsin ve dudağını patlatsın.
Bırak bırak, kanasın.
Tükürme sakın.
Ziyan etme.

Fena mı?
Uzun zaman sonra, bir şeyden tat alırsın.

8 Temmuz 2012 Pazar

Nefes Darlığı

Bazen öyle zamanlar oluyor ki; 
O en çok sizi anlatan, kendini anlatamıyor. 
Yazıyor, yazıyor, yazıyor. 
Sonra siliyor her şeyi.
Fırlatıyor elindeki bardağı. 
Basıyor çığlığı. 
Evde kimse yok.
Olunca susuyor. 
Hemde öyle bir susuyor ki.
Annesi onun için endişeleniyor.

Bazen öyle anlar geliyor ki; 
O en halden anlayan, bulamıyor ne diyeceğini. 
Kanlı gibi bütün kelimeler, yan yana getiremiyor.
Ağlıyor. 
Ne yapsın?
Ağlıyor işte. 
Boğazı nasıl da ağrıyor, yutkunamıyor.
Midesi çok bulanıyor.
Kesseler acımaz gibi olur ya hani, o ufacıktır.
Bunlara dayanamıyor. 
Yoruluyor, üzülüyor, tükeniyor.

Öyle bir an oluyor ki;
O en sevgi dolu, alsın istiyor bir silah, 
Dayasın o kötü kalplilerin kafasına, uçursun beyinlerini.
Bazen öyle şeyler yaşıyor ki; kan çanağı gözlerini kapatamıyor. 
Bir kibrit çaksın istiyor,
Yaksın bütün dünyalarını, canını yakanların. 
Gırtlaklarına yapışsın. 
O nefes alabiliyor mu, onlar da alamasın. 
Ya da saplasın karınlarına bıçağı. 
Üzülür mü sanıyorsun?

Boşversene, zaten kötülere hiçbir şey olmuyor.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Son Ses

Ben sadece en sevdiğim şarkıyı,
Kulaklarımı patlatacak kadar yüksek sesle dinlediğimde, bağırarak ağlayabiliyorum. 
Kendi sesimi duyamıyorum o zaman.
Duymak isteyen kim?
Kafamın içindeki seslerden nefret ediyorum. 

Hiç durmuyorlar.
Peşimi bırakmıyorlar. 

Böyle anlarda kalbim boğazımda atıyor benim, 
Beynim midemde parçalanıyor.
Öyle çok istiyorum ki, aklımı kaçırıyorum.
Uzuvlarıma hakim olamıyorum.
Öyle çok bağırıyorum ki.
Hiçbir şey duyamıyorum.

Sonuna kadar açıyorum şarkıyı.

6 Temmuz 2012 Cuma

Milisaniye


Puzzle’ın eksik parçası direkt çarpıyor gözüme.
Sonra olmaya bırakıyorum sadece her şeyi.
'Zaten kendimde değilim' diyorum.

Bir kapı açılıyor aniden önüme,
Sözüne değmez cümlelerime cevap arıyorum.
Aradığımı çok aradıysam,
-Ama sadece bir çekmecede-
Belki aramışımdır yanlış yerlerde.
Klişe filmlerin alışılageldik sahneleri gibi,
Çarpışıyoruz kapıda, birden bire.

Ne olursa olsun, hava bugün ağır.
Ve bir milisaniyelik bakışla, bir romana yetecek kadar şey anlatabiliyorsun.
Hayat garip..

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Biçimsiz Bulutlar

Bugün fark ettim de;
Bulutları bir şeye benzetemiyorum.

Oysa eskiden onlara baktığımda,
Yaşadığımdan çok farklı dünyalar kurardım kendime,
Saatlerce içlerinde yaşardım.
Solumdan sağıma bir bulut geçiyor, bu sefer gri.
Bir eğri bulup kayıyorum üzerinden.
Sert bir nefes alıyorum,
Diyeceklerimi tıkıyor nefesim.
Bildiklerim eksik ve bilmediklerime üşeniyorum.
Söylediklerim yetmiyor, oysa doğru kelimeleri de kullanıyorum.
Ne fark eder ki?
Doğru kelimeler sadece onun zihninde ve en doğru cümleleri sadece o kurar.
Bense boşluklara, göğüs kafesimden gelen kelimelerle düşerim.
Onu tanıdığımdan beri bu hep böyle oldu.

Onu birlikte yaşayabileceğimiz bir dünyaya davet etmek isterdim yine,
Ama üzgünüm.
Artık bulutları hiçbir şeye benzetemiyorum..

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Komik

Uzun zaman oldu, artık bir vücudu olmadığını düşünüyorum.
Bir bünyesi yok, şu andan sonsuza kadar yaşayabilir.
Hiç hasta olmayacak o, hiç mutlu da.
Hiç üzgün olmayacak o, hiç sağlıklı da.
Çözebileceğim yalnızca bir düğüm vardır belki,
Yalnızca tek bir dert vardır dinleyebileceğim.
Gerçek olan ne? 
Gerçeklik algımı tamamen yitirdim.
Herkes farklı şeyler söylüyor.
Benim yediklerim ve içtiklerim neler?

Sevdiğim her şey kaçıyor kucağımdan.
Kollarım kesiklerle dolu,
İyileşiyorlar bir ara,
Sonra yeniden geçiriyor pençesini -yenileri.
Neyin doğru olduğunu unuttum,
Neyin nerede durduğunu.
Beni çok yukarıda görüyor.
Benimle örülmek istediğini söyledi.
Ben ise yatağa doğru gömülüyorum,
Kim, beni nasıl sever ki.

Komik .
Durup beklemek komik.
Bir yıldızı beklemek komik.
Ona kafasını yukarı doğrultmasını önermem komik.
Birilerinin birilerinden bir şeyler beklemesi komik.
Bana anlatmaya çalıştıkları komikti.
Yaptıkları,
Kendi gerçekleri hepten komik.
Üzülmek, ağlamak komik.
Benim ağlamaya değer gördüklerim, komik.
En ölüm kalım meselesi değer yargıları, komik.
Birbirinizle konuşmamanız komik.
Birbirinizle çok iyi anlaşabileceğinizi düşünmeniz de.
Bir şeyler başarmaya çalışmanız komik.
Aşık olmak, 
Özlemek komik.
Birini sevebilmek, komik.
Biri tarafından sevilmek çok uzak, komik.
Gerçekten olan şeyler komik.
Gerçek olduğunu düşündüğün şeyler,
Asla gerçek olmayacağını bildiğin şeyler komik.


En komiği de,
Orada neler neler olurken, burada hırpalanman.
Hem de her zaman 'neler neler olacak başka bir yer' olmasına rağmen.

29 Haziran 2012 Cuma

Haziran'ın son günü

Sen benden sonra çok seviştin biliyorum adam,
Ama ben dün geceye kadar kimsenin, beni öpmesine bile izin vermedim.
Sonra dün gece bir şey oldu.
Gece doluyordu göğüs kafesime, başka biriyle birlikte yıldızsızlığıma dokunmaya çalıştım.
Dokunuşlarını unutmak için, başka dokunuşlar istedim kendimce.
Beni en son öpenin sen olduğu gerçeği değişti.
Durgunlaştım ilk öpüşlerden sonra,
'Ne oldu?Eski birini mi düşünüyorsun' dedi.
'Hayır' dedim.
Yalan söyledim.

Elinde avucunda bir tek sigara kokusu vardı.
Bütün biriktirdiği buymuş.
Senin gibi dokunamadı ama,
İçime işleyemedi.
Kalbimi sıkıştıramadı.
Dokunuşuyla nefesimi kesecek kudrete sahip değildi çünkü o senin gibi.
Dokunduğu yeri yakamadı.
Sadece acı bir tat verdi dilime,
Yutkundukça körleşen bir düğüm.
Ufak ufak imzalar attı tenime,
Sana attığım gibi mor bir kalemle.
Senin dokunuşlarını unutmak isterken, yaralar açtım kendimde.
Öyle hemen kapanmayacak da biliyorum.
Suçlusu biraz benim aptallığım, biraz senin yokluğun.
Sana bencil diye kızardım ama,
Senden bencilleri de var.
Biliyorum artık
...

Kör, Sağır, Dilsiz

Eskiden uyurdum,
Sabah olurdu.
Son zamanlarda ise uyanıkken yazdığım adamı,
O ne ara daldığımı bilmediğim kısa uykularımda yaşarken buluyorum kendimi.
Sana okutmak için beklettiğim kelimelere ayıp.

Sesini ve kokunu merak ederdim önceden.
(Merakımı gidermek pek de güzel sonuçlar doğurmadı tabi)
Şimdi seni merak etmek bile lüks.
Ne yapıyorsun adam?
Neden kalmadın bana kadar?

Saçlarının rüzgarı başımı döndürürdü adam.
Bir keresinde saçların, ellerimin yıldız eksikliğini tamamlamıştı.
Saçların, rüzgarı fazlasıyla yakışıklı yapıyordu adam.
Şimdiyse bulutları kalbime taşıyor saçların.
Yağmur sessizliğini biriktiren gök/yüzünle beraber.
Dilsizlik kuyuna düşen cümlelerini siyah bir ışıkla dinliyorum.
Duymuyorsun.
Çünkü bana sağırsın sen.
Oysa başkalarının aslında çıkarmadıkları sesleri bile 
Duyabildiğini iddia ediyorsun.

Gözlerini bana devir istedim.
Ben bakamıyordum gözlerine,
Çünkü kirpiklerinde ölü kadınlar vardı.
Ben ölmek istemedim ki, seninle yaşamak istedim sadece.
Ne var biliyor musun?
Etrafında olan onca kadından hiç biri,
Yüzüne güneş düştüğünde, benim içimden geçenleri görmiycek.
Gerçi sen de görmüyorsun ki.
Çünkü körsün bana sen.

Bedenim sana aç benim.
Bilmiyorsun sen.
Sana olan ihtiyacım çok gürültülü.
İki elin vardı senin, neden biri benim elimde değil diye içerlerdim.
Yüzünün fırtınasında çatlamıştı göğüs kafesim.
Senin göğüs kafesinde nefes almak isterdim.
Sıcacık derin, tenimi yaksaydı ya ne olurdu?
Ama teninin tenime kıyısı yoktu.
Sen iki kelime öteye gidemeyen gemilere binip, 
Kaçmaya çalışıyordun.
Ben ise sana, okyanusları emanet eden cümlelerimden utanıyordum.

Sonsuzluk ne bilmiyorum ama,
İyi ki başlamamışız biz senle.
İyi ki bitmemişim ben sana.

25 Haziran 2012 Pazartesi

Söylesene

Diyeceklerin biter,
Bittikten sonra döndürürsün başa.
Hep aynı terane, kürekler boşa.
Kaybetmek değil bu,
Bir şey kazandığımızdan da değil.
Unuttuğun şeyler de değil artık,
Düşünülmeyenlerini de geçtim.
Bazı şeyler sağdan sonra solu atmak gibi bende.
İnatla en olmayacağı seçebiliyorsan yine, olsun.
Buna diyecek neyim var?
Geçtiklerimi de geçtim.
Unutmak ne kelime,
Ben en derine gömüyorum.
Kimse göremez.
Görmezlikten de gelemiyorum ki.
Bak, o kadar denedim.

Bu gece pek bir sarhoşum.

Bu yüzden düşündürmeye çalışmanın ya da romantik olmanın alemi yok.
Tek merak ettiğim;
Ne bok yiyorsun sen böyle, söyler misin?

24 Haziran 2012 Pazar

Eksiltili Cümleler

Elimi koydum yüzüne o gün, ölçtüm.
Yüzün, bir karıştı.
Elimi yüzdürdüm saçlarında ama, benim suçum.
Aklım bi’ karıştı..

Nasılız biliyor musun?
Kitabın hep aynı yerinde duran bir ayraç gibi.
Uygun bulamıyor gibi sanki cümlelerini, hiç bir tümlecin.
Ben diyorsun sadece, ben.

Nasılız biliyor musun?
Hep aynı sayfasında aynı kitabın.
Tüm karakterlerin sustuğu yerde,
Yazarın siktiği yerdeyiz tüm o kurguyu.
Eksiltili cümlelerindeyiz, kaydırıyoruz en bariz vurguyu.
Ya ben?
Beni boşver.

Nasılız biliyor musun?
Sessiz bir yer bulup saçlarını düşündüğümde;
Üstündekileri çıkartıyorsun, hayalimdekilerle kalıyorsun.

22 Haziran 2012 Cuma

Kısa

Birine gerçekten ne düşündüğümü anlatmak  zor geldiğinde, duymak istediklerini söylerim.
Böylece muhabbet kısa sürer.
Mutlu mesut evlere dağılırız.

-Tabi  her zaman bu şekilde ayrılmayız.


19 Haziran 2012 Salı

Duvar

Bazıları hakkını vererek kırmak için sağlam bir duvar arıyor.
Bazıları da çarpıp kırılmak için sağlam bir duvar.

Şimdi çıksak vursak yollara kendimizi duvarlar alınır, dönmemizi isterlerdi.
Dönüp vursak duvarlara kendimizi, yollar bizi beklerdi.
Duvar duvardır.
Geçebileceğin kadar bir boşluk yaratmaya çalışsan da nafile.
Yaratamazsın, değiştiremezsin.
Değişecek olan biri varsa o da sensin.
Duvarları yıkmak isteyen göğüs kafesini sustur ve yıkamadığın duvarların etrafından dolaş.

Bazen hayat çok dört duvar bir tavan.

İyi geceler tavan.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Kadraj

Hayatın kıyısından insanları izlediğimi düşünüyorum bazen.
Sanki ben orada değilmişim de dışındaymışım gibi.
Birbirlerini düşünmüyor gibi gözüküyorlar çoğunlukla.
Aslında insanlar birbirini düşünüyor, ama düşünmemezlikten geliyor.
(Hepimiz insan sayılırız bir yerde)


Sessiz kalma hakkımıza çullandığımız anlar oluyor bazen.
Böyle zamanlarda iç sesim, dış ses olsun istiyorum.
Sonra aklıma;
Gerçeklerimi duymayı hak etmeyenlere doğru bir söz söylememek için,
Ağzımı ellerimle kapatmam geliyor.
Vazgeçiyorum.


Ne kadar etraflıca düşünsem de, kadraja sığdıramadığım meseleler var.
Gerçi sen bütün olasılıkları kafanda tasarlasan da,
Nasılsa hiç aklına gelmeyen bir olasılığı yaşıycaksın.
Neyse,
Zaten hayatında bir kere her şey yerli yerinde olsaydı, kendine yabancı olurdun.
Böylesi güzel, böylesi kusurlu.

12 Haziran 2012 Salı

Saçmalık Silsilesi 3

''Pasta Mumu''


Kendimi bildim bileli doğum günü kutluyorum.
Her sene bir mum üfleyip, pasta kesiyorum.
Ailemden kaynaklı bir alışkanlık olsa gerek.
Annem güzel masalar hazırlar her zaman bana.
Küçükken babam kucağında sıkı sıkı tutar, masaya saldırmamı önlerdi.
Öperdi beni bıyıklarından gıdıklanırdım.
Hoşuma giderdi ama çaktırmazdım.
Rahatsız oluyormuşum gibi kızardım.
Bıyıklarını çekerdim.
Pasta yerken de bıyıklarına pasta bulaşırdı, ona bakıp gülerdim.
Uzun bir süredir doğum günlerimde yok,
Bundan sonrakilerde de olmayacak biliyorum.
Yine de her mum üflediğimde, pasta bulaşmış bıyıklarını hatırlayıp gülüyorum.

Bu sene çok abarttılar, 4 tane pasta getirdiler önüme.
Alev almış mumları ve patlayan maytapları gördüğümde nefesimi tuttum.
Çocuklar gibi heycandan ve sevinçten yerimde duramadım.
Dilek tutma anı var klişe ama şart gibi bir an.
Uzun uzun dilekler tuttum, kabul olmasını çok istediğim.
Kutlama tantanaları bin bir duygu yaşatıyor insana.
Etrafımı saran kalabalık.
Tüm sevdiklerim yanımda.
(Tamam belki bir kaç kişi eksik.)
Olsun.
Olanlar yanımda, olmayanlar da yanımdaymış gibi.
Sürprizler var.
Biri doğumgünüm için kalkıp Adana'dan gelmiş.
Arkamda sesini duyduğum an yaşadığım mutluluk anlatılamaz.
Sonra biri gece elinde pastasıyla kapımda bitti.
Yeni uyandığım için üstümde pijamalarımla afallaştırdı beni.
Rüya mı görüyorum diye düşündürdü.
Bir tanesi de var ki askerde olmasına rağmen her zaman benimle gibi.
Askerden kargoyla hediye göndermiş bana.
Sürpriz patlaması.
Mutluluk.
Çok fazla mutluluk.

Şimdi dilediğim dilekleri düşünüyorum da..
Sevdiğim kadar sevildiğimi hissettiren insanlar varken hayatımda,
Ben daha pasta mumlarından ne dileyebilirim ki?
-Saçma.
Ama doğru sen saçmalık silsilesiydin.Çünkü;
Silsile demeyi çok seviyordun
...

6 Haziran 2012 Çarşamba

Sebebiyet

Bir yol buldum sana.
Kolayca büyü diye.
Önce emekle,
Sonra yürü diye.
Okuduğun kitap ol,
İçtiğin su.
Bir kabiliyet ol çocukken edinilen.
Bir damla yağmur ol her yere yağabilen.
Bir çift eldiven buldum sana,
El ele tutuşmaktan utanma diye.
Sen nerede bir ışık hüzmesi görsen güneş olacaktın.
Nerede ay görsen, iki kere parlayacaktın.
Sen başka kucaklarda uyuyup uyanmayacaktın.
Bir amaç buldum sana.
Sebebiyetken sebepsiz olma diye.
Soruyken cevapsız kalma,
Kendini hep haklı sanma diye.
Bir ilk bahar buldum sana.
İlk günlerinde gösterişsiz bir koza.
Ruhunda kelebekler uçuşacak biz yaklaşırken yaza.
Bir zamir buldum sana.
Adı da ”sen”.
Ne güzel ”biz” olurduk sen kaçmasaydın eğer.
Ve bir son buldum artık sana.
Adı canın hoşkalsın.

Teşekkür ederim sana.
Yazmak için sebep olduğun için bana.
İri taneli gözlerini unutmıycam ama,
Yeni sebepler lazım bana,
Daha da yazmam sana.

5 Haziran 2012 Salı

Demlenen Kahve 3

Kahveyle ciddi düşünüyorum.
Ama yinede sen kahve iç, ben seni içerim olmaz mı?
Olmaz bilirim.
Çünkü sen çaycısın, kahve sevmezsin.

Kahve sevmeyen bir adamı sevebileceğimi nasıl düşündüğüme, aklım ermiyor doğrusu.
Uzattığım kahve fincanını düşürdü.

Yerde tuzla buz olmuş kahve fincanına bakıyorum,
Hayalimdeki kahve fincanını neden bir türlü bulamadığımı sonunda anlıyorum.

Sonra o kırıkların arasında etrafa saçılmış kahveye bakıyorum, içimde bir şeyler ölüyor.

Kahveye layık olamadın be adam.

4 Haziran 2012 Pazartesi

Düşeş

Bir süredir yeryüzündeyim.
Kalpleri siyah olan insanlar tanıdım.
Diğer renkleri göremeyen.
İçlerindeki organ değil, sanki uzay boşluğu.
Soğuk insanlardır onlar.
Bozuk sebzeler gibi.

Bir de sohbetin eksik tarafı olan insanlar var.
Hal böyle olunca tüm cümlelerin sonu kırık.
Ne kadar kırılıyorsa o kadar kırıyor insan bazen.
Mesela ben kırılıyorum ama kırılmamazlıktan geliyorum.
Ama gerçek olan bir şey de var ki; kırılsa da hepimiz kabuğumuzu seviyoruz aslında.
Bu yüzdendir yalnızlık.

İçindeki bozuk çocuğun dünyamı yakacağından mı korktun?
Kalbimin kendi kendisini yemesinden daha büyük bir şeydi bu gerçek.
Gerçekler saçma hele de söz konusu olan senin gerçeklerinse.
Bırak gerçekleri düşler yaz sen krem rengi kağıtlara,
Sonra hepsini yakalım.
Beni göğsünde uyut.
Düşlerimden öp.

Düşlere inanan çok insan var.
Ama inanmak seninle yanlış, anlatamam kalsın.
Senle ben tavladaki zarlar gibiyiz biraz.
Ben pek de iyi sayılmam tavlada bilirsin.
O yüzden sen salla zarları düşeş gelirse, düşeriz.

3 Haziran 2012 Pazar

Demlenen Kahve 2

Kahveyle ilgili onlarca şey söyleyebilirim sizlere,
Yine kahveyle bir öpüşmemizi okuyorsunuz işte.
Ama önce hayalimdeki kahve fincanını bulup bulmadığımı merak edenler için,
Hala bulamadığımı söylemek isterim.

Hayat benim için çoğu zaman, kahve ve müzikten ibarettir.

Bu gece de kahve yaptım kendime, karşılıklı oturduk içiyoruz.
Güzel bir şarkı paylaşmış biri, hoşuma gitti onu dinliyorum.
Kokusunu merak ettim sonra,
İnsanların kokuları bende her zaman ciddi bir merak unsurudur.

Ama beni asıl cezbeden tarif edemediğim kokulara sahip olan insanlardır.
Çünkü çoğunu tarif edebilirim, anlamanız için gerçekten çok iyi bir şekilde betimleyebilirim.
Hal böyleyken, anlatacak kelimeleri bir türlü bulamadığım konular canımı sıkar.
-Bu gece can sıkmak yok.
-Hem nasıl koktuğunu az çok biliyorsun zaten öyle değil mi.
-Sen değil miydin 'Güzel şarkılar dinleyen her insan kahve kokar biraz' diyen?

İç sesime hak veriyorum, bardağımı kahve kokan adama kaldırıyorum.

İlk yudumum.

Çok sıcak.
Kahveyi dudaklarımla buluşturma aceleciliğimden vazgeçmeliyim.






2 Haziran 2012 Cumartesi

Geceye aşık tavşanlar

İnsan konuşmayınca çok içiyor.
Sonra biraz uçuyor.
Ne zaman uçmaya başlasam gözlerim saçlarına takılıyor.
Aramızda bir uzaklık olabilir.
Olsun ama saçlarına dokunabileceğim kadar olsun istiyorum.

Haddinden fazla sarhoş akşamlar ve kanamalı ruhlar.
Anahtarım kayıp, içime giremiyorum.
Seni diyorum, bazen yanımda istiyorum.

Duvarlar güzelsin der sen sarhoşken.
Perdeler kendini gizler, kuşlar kışlara öter.
Gülüyoruz şimdi, hep bir hiçliğe sürüklenişimize.
Geçilemeyen bir huzur hikayesi kalmıştı aramızda sadece anlatmak istememiştik bir şeyleri.
Suskun oturuyoruz geceye aşık tavşanların yanı başında,
Bu gece ay pek bir tutuk ve biz bir ara kimleri düşündüğümüzü çabuk unutuyoruz.

31 Mayıs 2012 Perşembe

Mayıs'ın son günü

Sarhoşluk kulaklarından akıyor,
Orada ileride sızıyor o.
Yelkensiz, sancaksız bir gemi.
Kaptan kamarasında
Yanında bir deli.

Şimdi biraz sağa çekiyor onu hayat.
Yüksekten uçan herkes biraz muzdariptir aslında içinde.
Bıkmış tükenmiş bir nesil çizmişiz, çizilmiş aşk plaklarından.
Orada ileride takılıyor o.
Diğerleri yakınırken berisinde.

Biri ölüyor biri doğuyor geçip gidiyor zaman.
Orada ileride sevişiyor o.
Bazıları giyinmek bilmiyor, bazıları soyunmak.
Bazıları soymak istiyor, bazıları soyulmak.
Soyut olana hasret bir acı var dilinde neden bilinmez.
Orada ileride bağırıyor o.
Orada ileride.

29 Mayıs 2012 Salı

İnsaf

Biz hızla yol alıyorduk durmadan ama yol bizi almıyordu.
Ve vardığı yerde değil, durduğu yerde yaşlanıyordu insan.
İnsaf,
Hele ki senin elindeyse;
Yaramaz bir çocuğun, oynarken bozduğu oyuncağa dönüyor yaşanmışlıklarım.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Mühim sözler

Ön koltuktaki çift başlarını omuzlarına yaslarken,
Benimse kurmaya korktuğum hayaller kafamı boşluğa düşürüp beni kendime getiriyordu.
Herkes birbirine benzemeye başladı, bilmiyorlar.
Sanıyorlar ki bazı gözlerde mühim sözler var hala.
Mesela sen sessizdin, ama senin gözlerin konuşmayı çok çocukken sökmüştü.
Ve ben gözlerimle "Bak bu sessizlik çok güzel, bozmazsan eğer sevebilirim seni." dedim
Ama sen bana "Niye öyle bakıyorsun?" deyip sessizliği bozdun.
Ve biz amansızca ağızdan çıkmış bir neden sorusuna cevap bulamadığımızdan böyle olduk.

En çok iri taneli gözlerin güzeldi yüzünde oysa.
Ağzın gözlerini yemeden önce.





Riskli yakıt

Sünger gibi çekiyordum.
Bütün hüzünleri, sanki şu dünyada bir tane bile sünger kalmamış gibi, ben çekiyordum.
Deliklerin böyle durumlarda işe yaraması gerekiyordu tam da.
Doluyordum doluyordum da, bir türlü fışkırmıyordu o hüzünler deliklerden.
Ne demiştim?
İki kişisiniz.
Her şey,
Her bir şey ikinizin de eşit hissetmesine bağlı.
Bunu kaybettiğiniz anda, yanmaya başlarsınız.

-Kalbin, yakmak için fazlasıyla riskli bir yakıt olmasının kanıtlarıyız.


Evden çıkarken o gün, yanaklarım yanıyordu.
Ellerimle kontrol ediyordum, evet gerçekten yanıyorlardı.
Ayaklarımı izliyordum yürürken, bir sağa, bir sola, bir sağa, bir sola.
Parmaklarımı dudaklarımda gezdiriyordum.
Gözlerimi kapatıyordum.
Rüzgarı hissetmek çok güzel olabilirdi, gel gelelim kulaklarım uğulduyordu.
Öyle yanıyordum ki yanındayken, eve gidene kadar tek parça halinde kalabileceğimi sanmıyordum.

Nasıl da kalbim atıyordu öyle?
Nefes almaya bile ihtiyacım yoktu sanki.
Gülümsedim.



Sonraki gün,
Eve dönerken, o kadar vurgulamama rağmen,
Kalp demiştim, riskli bir yakıt demiştim ya, hiç dinlemedi.
Eve dönerken o gün, kalbim yanıyordu.
Ellerimle kontrol etmeme gerek yoktu.
Kalp o kadar yüzeyde olsaydı zaten, yakması riskli olmazdı.
Biliyordum işte.
Yanıyordu.
Eve gidene kadar tek parça halinde kalabileceğime oldukça emindim.
Üstelik daha çok uzun zaman tek parça kalacaktım.

-Ama eğer benimle gelseydi, yakacak başka bir şeyler bulabilirdik.

Sünger gibi çekiyordum.

Bütün hüzünleri, sanki şu dünyada bir tane bile sünger kalmamış gibi, ben çekiyordum.
Deliklerin böyle durumlarda işe yaraması gerekiyordu tam da.
Doluyordum doluyordum da, bir türlü fışkırmıyordu hüzünlerim o deliklerden.

Ama Ne demiştim?










25 Mayıs 2012 Cuma

Aklını soy

Huzur sadece deniz kenarında ya da ormanda olmaz.
Gece eve geldiğinizde;  ışıkları yakmadan, karanlıkta kendinizi koltuğa bıraktığınızda 
Şehrin ışıklarının eşyalarınızın üstüne silik silik düşmesi de sizi dinlendirebilir.
Huzur büyük şehirlerde de olur.
Düşünme çok  fazla.

Soyunsun aklın, öyle duyulsun huzurun. 

24 Mayıs 2012 Perşembe

Onca kemik

Çok düşünülmüş adamlar var.
Birbirine benzeyen onca kemik ve kimlik.
Düşünmek zor gelir onlara.
Bundandır düşünmezler.
Yok aslında bazı şeyleri çok güzel düşünürler.
Mesela kendilerini.
Kendi isteklerini.
Kendi zevklerini.
Kendi hayatlarını.
Bencildirler.
Ve bazen onların bencilliğinde kendine denk gelirsin.
Selam vermemek için başını çevirmek de işe yaramaz o zaman.


23 Mayıs 2012 Çarşamba

İmza

Öpülmek.
Öpmek.
Ötesi bazen dillendirilemeyeceğinden, sözü dillere havale etmek.
Öpüşmek başlıbaşına yokluğa uzanış. 
Küçük bir öpücük.
Dilin ıslaklığı.
İnsan nefesi ve dokunuşu.
Mademki dudaklarım var, öpmeli.
Tenin dudaklarımla bir olmalı her an.


Bir delik bulup boynunun buğulu kokusuna sızıyorum,
Sızıyorum orada,
Gitme diye sızlanacağım adamın sızlayan damarlarının yamacında.
Dudaklarımın arasında leziz bir görüntü oluşturuyordu boynun.
Bir öpüş, bir öpüş daha.
Çekemiyordum kendimi.
Nabzım dudaklarımda atıyordu.
Ve dudaklarım sadece seni yaşamak istiyordu.
Ah nefesin, o Tanrılardan gelen.
Alev alev yüzüme çarpıyordu.
Yavaşça öptüğün bedenim, dudaklarından dökülen nefesle yanıyordu.
Tenimdeki yanıklarını unutmayacağımı biliyordum.
O yüzden bende küçük bir morlukla attım imzamı tenine.
Unutama diye.
Sileme diye.
Ama morlukların çabuk geçtiğini unutmuşum.
Ellerinin arasına nasıl yakıştığımdan bahsetmeyeceğim sana.
Ya da ruhumun ruhunla nasıl doyduğunu.
Sadece yanındayken kaybettim ben kendimi.
Biraz bak bakalım, yatağın bir kıyısında bulabilirsin beni. 



13 Nisan 04.57

20 Mayıs 2012 Pazar

Karmaşa

Buralar yeşil alanlar.
Buralarda çimlere uzanmak, kuşları dinlemek ve bulutları bir şeylere benzetmek serbest.
Hatta düşününerek manzaranın rengini bile değiştirebilirsin.
Yıldızlardan salıncaklar kur mesela güneşli teraslara,
Şarkılar yap bulutlardan.
Ama kuşlarla ilgili düşünme sen.
Kuşların balık koktuğunu duyacak kadar yaklaşmadın ki hiç bir zaman onlara.
Deniz çok yumuşak.
Dev kibritlerimle kirpiklerini yakıyorum.
Denize dik bakışlarını böyle yumuşatabilirim belki.
Bazen geri çekilebilecek kadar zaman kalır sadece elinde.
Daha çok su lazım uzaklaşabilmem için.
Çünkü ben gemileri kafadan yürütüyorum.

Sisli yollar görüyorum gecenin körlerinde.
Rüya mı gerçek mi ayıramıyorum.
İnsan ağlayamamaktan da kusar.
Bakıyorum ki kalbimi de kusmuşum farkında olmadan.
O karmaşanın içinde ne kadar da yerini bulmuş gözüküyor, dokunmaya kıyamıyorum.
Çürüsün.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Oysa

Bir süredir siktirip gidememekle meşgulüm.
Üstelik onlar hakkındaki tüm iyi düşüncelerimi,
Tek bir hareketleriyle sikip atan insanlara rağmen.
Beni anlamasını istiyordum sadece.
Çünkü beni anlamasını önemsediğim insanlar, benim için değerlidir.
Değerli olmasını istiyordum.
Ama kendine değer vermeyen birine siz nasıl değer verebilirsiniz ki?
Veremezsiniz.
Sadece bir an için değerli olabileceğine inanırsınız.
Eminim Tanrı bir yerlerde durmuş bizi izlerken, inandıklarımızı görüp kahkahayı basıyordur.
Bana somutluklardan bahsetin.
Yeteri kadar soyutlukla yaşamaya alıştım çünkü.

Bazı insanlar sonsuz çeşitliliğin peşinde.
Yanlarında olmasını istedikleri kişinin bedeniyle, öteki bedenler arasında farkı gözetmeyecek kadar açlar.
Kalpleri bedenlerinden satılıktır o insanların.
Ama asıl tahrik gücü; konuşması, düşünceleri, benliğiydi birini çekici kılan.
Yoksa sadece taş gibi olması birinin,
Ne kadar oyalayabilir ki, seviştikten sonra konuşacak bir şeyler bulamadıktan sonra seni?

Aslına bakarsan yaşadıklarımızdan değil yaşayamadıklarımızdan sorumlu tutuyorum seni.
Yapamadıklarımız için üzülüyorum.
Neyse, öyle boş bakıyordun ki, benden bir şey anlaman imkansızdı zaten.
Çünkü benimle tamamlanabilecek bir şeye benzemiyordun.
Yapamam, edememlerin çok ya hani.
Rica etsem bahanelerini götüne sokabilir misin?
Yapamam değil 'yapmam, yapmak istemem' demek istediğini ikimizde biliyoruz çünkü.
Senden hiç bir zaman yalanlar istemedim evet.
Ama saçma gerçeklerini duymak istediğimi kim söyledi ki?
Anlattığın kızları neden duymak isteyeyim mesela,
Ya da neler yaşadığını.
Hiç biri ben değil ki, o yüzden bana bunlarla gelme.
Ne var biliyor musun?
Tanımadığın kadınların bacak aralarında aradığın hazzı ben sana satır aralarımda verebilirdim oysa.
Kalemimle hem seni hem de düşündüklerini çizebilirdim.

Neyse..
Tuhaf şeyler geveledim ağzımda, gerindim, yayıldım ve yırtıp attım.
Ve artık istediğin kadar sevişebilirsin başka bedenlerle, önemi yok.

13 Mayıs 2012 Pazar

Kimsesiz

Rakının her yudumu, bir öncekinde aklına gelenleri unutmak için içilir.
...
Bir de senin sözlerin var tabi ki.

Sözlerinle sarhoş falan olmuyorum ama insanı boğmayı iyi başarıyorsun.
Yazdıklarınla yaptıkların birbirine o kadar zıt ki beni karman çorman ediyorsun.

Çok güzel yürüyorsun, kafamın içinde oradan oraya.
Egon yüzünü kapatıyor, ama yine de gözlerin gözlerimle sevişebiliyor.
Beni, kendinden geçiriyorsun. 

Düşündüğüm şeyleri aklımdan alan bir yanın da var ki susuyorum. 
Konuşacak hiç bir şeyimiz yok ama sen hala varsın.

Seninle tekrar tanışacak olsak, elimi eline uzatma ihtimalim yok.

Ama bu yine de şu an, elini uzattığında elimi uzatma isteğime engel olmuyor.
Baştan alalım'lı düşünmeme de engel olmuyor.
Gel, sevdiğimiz filmleri beraber izledikten sonra başlayalım tanışmaya mesela.
Hiç durmadan konuşalım bazen.
Bazen sabahı birlikte doğuralım ama sabaha kadar gürül gürül susalım.
Mesela sen gülümsediğinde, yanaklarında oluşan kasılmanın sebebi ben olayım.
Sarılalım.
Sarılmak önemli.
Nefesinden biraz ver bana.
Ağzımın payını vermek istediğin tüm zamanlarda, öp mesela beni.

Gözlerim o kadar yeşil ki, doğru bir şekilde öpebilirsen dudaklarında bir orman filizlenir.
İlerisine gidelim.
Kendimden uzaklaşacak kadar, sana yakın olmak istiyorum çünkü.
Senle, adımız çıksın istiyorum.

Kimseyi umursamayalım, ne düşündüklerini duymayalım istiyorum.
Tamam yine aynı şekilde düşünmeyelim.
Ama bir kez gerçekten hissetmeyi denemeden, neler olacağını bilemezsin ki.
Benimki beklenti değil, gökyüzü mavidir ve bu değişmez biliyorum.
Tam olarak neden bahsettiğimi bilmiyorum belki de, sadece yaşarsam geçeceğini biliyorum.
Bir tek seni istiyorum ben çünkü zaten dışarıda istemediğim kadar insan var.
Sevilmeye değer ne kadar yanın varsa, hep başkalarında bırakmışsın doğru.

Yine de bu sevilmene engel değil, en azından benim tarafımdan.

Bakma böyle mutsuz durduğuma; benim hikayemin sonu mutlu, asıl üzüldüğüm sensin.
Sen kimsenin olamazsın, çünkü alışkınsın herkesin hiç bir şeyi olmaya.
Bilincini yok sayarsan, sana dokunan her eli sadece sana dokunan bir el sanabilirsin.
Ama o an kimler yerine hayal edildiğini ya da kimler yerine haz verdiğini bilemezsin.

Düşünmezsin ki bunları, önemsemezsin de bilirim.
Düşünmen gereken tek şey var aslında.
Sakalların sadece senin olan birine batmak yerine,
Bir sürü bedene ya da sana batıyorsa yalnızsındır.

Yalnızlıkta mutlu eden bir sorgusuzluk vardı ve bu yüzden kimsesizdin, bunu da bilirim.
Ben sadece kimsesiz olmanı istemiyorum.
Herkesin birilerine ihtiyacı vardır çünkü.

Her ne kadar hayatlarında kimseyi istemeseler de.
...
Çok mu düşündün yine?
Rakın bitmiştir, tazele.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Belki

İçindeyken güvende hissettiğim t-shirtler hatırlıyorum.
Yüzümü dönüp saatlerce incelediğim, her bir çizgisini ezberlediğim duvarlar.
Dokunuşuyla nefesimi kesebilecek kudrete sahip bir oğlan çocuğu tanıyorum.
Ve O aynı zamanda tanıyamadığım en güzel adam.
Uyumayı tercih ettiği anlardan birinde kulağına bir şey fısıldamıştım, duymadı.
Sonrasında da hiç söylemedim.
Kendi aklımdan geçmesine bile izin vermedim.
Peki niye hakkında yazıyorum?
Sanırım bu uyurken nasıl göründüğü ile ilgili bir şey.
Yüzüyle belki.
Hareketli göz kapaklarıyla, hafif aralık dudaklarıyla.
Karışmış, küçük bir çocuğun saçlarına benzeyen saçlarıyla belki.
Belki de sakallarının farklı farklı yerlere yattığı boynuyla ilgili bir şey.
Onlarla sürekli uğraşıp nasıl ses çıkardığını düşünmemle ilgili belki de.
Bilemiyorum.
Tek bildiğim şey;
Onu uyurken izlemeseydim hakkında hiç bir şey karalamazdım

...
Hava yerine istemediğim mecburiyetleri soluğum gecelerden biri daha. 
Yaşanılmış ne varsa kulakları sağır eden sessizlik kadar sıkıcı.
Sessizliği bozmak istersin, bir şeyler söylemek.
Sonra yine tam olgunlaşmamış bir kaç cümleyle geçiştirirsin düşündüklerini.
Konuşamazsın ki sen, zaten hiç bir zaman konuşmakta iyi olmadın.
Anca yaz sen.
Sayfalarca ve günlerce sadece yaz.

11 Mayıs 2012 Cuma

Bazı sorulara cevaplar

Size kendimle ilgili sayfalarca yazabileceğim gibi aynı zamanda da tek kelime edemem.Şimdi buraya bir şeyler karaladım.Gözünün gördüğü üzere gereksiz uzun.Vaktin varsa oku.Ben yine de tavsiye etmem.Benimle ilgili bir şeyler öğrenmiş olacaksın.Ne gerek var ki?


Sabahları nalet uyanırım.Aslında pek de sabahları uyandığım söylenemez genelde öğlen ve ya akşam.Neyse bu lanet bir şekilde uyandığım gerçeğini değiştirmez.Kendime gelene kadar süren bişey.En temel sebebi alerjik astımım.Kahvemi içip ayıldıktan sonra hafif hafif neşelenmeye başlarım.İnsanlarla sabahları kocaman bir gülüşle günaydınlaşmaya özen gösteririm, bazen başka bir boyuta geçip fark etmediysem karşımdakinden gider özür dilerim.Soluk gözükmemin sebebi; ten rengim soluk ve vücudumdaki magnezyum oranı bir kısmınızdan eksik olduğundan.Ama hasta falan değilim.Makyaj yapmaya özen gösteririm.Yanaklarımda allık olduğunda normal ten rengine sahip olanlardan bir farkım yokmuş gibi hissederim.

Canım sıkkınken odamdan çıkmam.Film izlerim, müzik dinlerim.Ve bu döngü içinde saatlerimi yatağımda geçiririm.Sessiz kalmak, gizli yerlerde ağlamak, içten parçalanmak tercihimdir. (tabii birileri beni, ben sana bişey mi yaptım?’ a zorlamıyorsa.)Doğal alanda nefes almaya country ve klasik müzik dinleyerek kendimi daha iyi hissetmeye çalışırım.Acıklı melankolik müzikleri sevmem.Kendine acıyan, melankolik buhranlı insanlardan hoşlanmam.Nefret de etmem ama yanaşmamaya çalışırım.Bazen durgun olduğum için dışardan bakanlar bende de sıkıntılı bir kişilik sezer.Konuştuğum ve güldüğüm zamanlar da tam aksi canlı, hayat doluyumdur.Asosyal bir insan olmadım hiç bir zaman.Her zaman istediğimde yanımda bulduğum arkadaşlarım, olmadı benle zaman geçirmek isteyecek bir kaç insan illaki buldum.Evde vakit geçirmeyi genelde sevmem.Nedeni kendimle baş başa kalmaktan hoşlanmamam.Kimileriniz benim için çok sosyal, sürekli birileriyle bir yerlerde sürtüyor diyebilir, doğrudur.Yaptığım tam olarak bu.Ama bunun nedeni bir arkadaşıma da dediğim gibi 'aslında insanlara katlanamamam ama kendime hiç katlanamıyor olmamdır.' Kulağa klişe gelecek belki ama kalabalık içindeki yalnızlardanım anlıyacağınız.Yine de insanların yanında olmak bana iyi geliyor.Sanırım bu öylesine insanların yanında yer almamamdan kaynaklanıyor.Yani yanında yer aldığım insanlar her zaman benim için değerli insanlardır ve yanlarında olunca gerçekten gülümsediğim anlar yakalayabiliyorum kendimde.Ben bile kendime katlanamazken bana katlanabilen ve bunu konuştuğumuzda bana her zaman katlanabileceğini söyleyen insanlar var hayatımda.Mutluluk diye birşey gerçekten varsa ve hakkında konuşulduğunda siz tanımını bir sürü farklı şekilde açıklıyor olsanız da bende cevabı bu yaşadığım şeyden farklı bir şey değildir.


Dargınlıklarım ya da kırgınlıklarım karşımdaki bana sırıtana veya bir şey söylene kadardır.Bu sefer konuşmayacaksınlı mesajları kendime atıp dursam da, o an geldiğinde su ürünü gibi cıvırım.Çok utandığım zamanlarda çok havalı gözükürüm.Kafamla kendimi kasmaktan garip bir hareket yaparım.Cinnet geçirmeden önce ise öyle bir relaks olurum ki kimse saldırıyı önceden algılayamaz.(daha öncekilerini görmüşler hariç)  

Yemyeşil gözlerim vardır ama hayatı gri görürüm.Bilirsiniz siyah ya da beyaz netliğinin dışında kalan gri belirsizliği diye bir şey var.Heh işte siz bilirsiniz ben ise grilerde yaşarım.Bunun nedeni, yaşadıklarım, çoğunlukla yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımdır.'Uktelerimiz var' ne bicim kullanıcı adı, ne demek diyorsunuz ya hani bazen gelip de bana.İşte yaşamak isteyip de yaşayamadıklarım içimde ukte diyorum ben de.Sonra da neymiş o ukteler diyorsunuz, demeyin o konu çok uzun.


Çok düşünürüm, belki de çoğunuzun düşünüşünün toplamı kadar.Gün içinde düşünmediğim an yoktur.Sizle konuşurken bir giderim.Beni dinlemiyor musun? dersiniz üzülürüm.Bilerek yaptığım bir şey değildir çünkü bu.Sonra ne düşündüğümü merak edersiniz -anlat dersiniz.Anlatmak istemem.Üstelersiniz.Üstelemesiniz sizi daha çok seveceğimi nerden bileceksiniz ki?Düşünme kafanın içinde gerçekleşen bir şey.Ve ben çoğunuza göre daha fazla kafasının içinde yaşayan bir kızım.Düşündüklerim memleket meseleleri değil ki.Öğrendiğinizde iyi ki üstelemişim demiyeceksiniz.Söylediğimde size de saçma gelecek.Niye öğrenmek istiyorsunuz ki.Çok merak ediyorsanız genel olarak başka bir yeri, başka bir insanı düşünüyorumdur o an.Mesela yemek yiyorumdur o an karşılıklı gülüyorumdur.Yolda yürüyorumdur.Sinemadayımdır belki, belki bir yatakdayımdır.Olamayışları düşünüyorumdur ya da olabilitesi olan bir şeyleri.Liste böyle uzar gider.Ama benim kafamda uzar gider işte niye sizin kafanızda da düşünülmesini isteyeyim ki? 




İnsanlarla genelde hata yaptıklarını düşündüğümde, şahit olduğum yada deneyimlediğim bir hatanın aynısını yapıp sonrasında üzülmesinler diye düşündüğümde konuşur ikaz ederim.İlgilendiğim kısmı bu kadardır.Bilim buna kollama güdüsü diyor.Uyarırım, gerisine karışmam.Yada benden dışardan bir yorum istendiğinde kırmam, düşüncemi söylerim.Ama kendi ilişkilerine başkalarını karıştıranları pekte olgun bulduğum söylenemez.Acının sessizce yaşanmısını söyleyen büyüklerimizin bir diğer öğretiside çiftlerin özel durumlarının çaktırılmamasıdır.Kısaca bizim nezdimizde acının da kavganında ortada avaz avaz yaşanması görgüsüzlüktür.Ben yine de çok görgüsüzce bulmamasamda tuhaf bulurum.Deli mi be bunlar derim.Kaşlarımı kaldırır bi şaşırırım.

İnsanları sınıflarına göre yaşadıkları semtlere göre ayırmam zerre umurumda değildir.Biri  ay varoş kelimesini kullandığı an kendini geliştirememiş ve düzenin pençesine düşmüş bir birey statüsüne girer gözümde.Başka bir halktanmış gibi davranmaya çalışanlara sinirlenmem sistemin gerçekliğinin farkındayım çünkü, öfkemi sisteme yöneltirken vaşingtınlı arkadaşlarıma içten içe üzülürüm.Arada wer er yu from dememek için kendimi zor tutarım. 

Kalbi siyah insanlardan, sabah ezanından ve clementine çizgi filmi dışında hiç bir şeyden korkmam.Uzun uzadıya dinleyemem sizi, ve çoğunlukla anlattıklarına 'ya öyle mi?' şeklinde bir cevap veriyorsam zaten çok önceden bildiğin bir şeyi söylüyorsunuzdur bana.

Diyeceğim şudur ki;  herkes can yakmayı, kalp kırmayı, hor görmeyi veya görmemezlikten gelmeyi  bilir.Hele ki sizden yaşça büyük, sizden çok yer, çok hayat, çok insan, çok beden görmüş biri bunu nasıl becerebilir sizin hayal gücünüze kalmış.Ama bir dünya görüşümüz hayata bir bakışımız var sabır çekiyoruz.Kaldı ki en temiz yanımızı da size sömürteceğiz diye bir kaide yok.O sebeble kof kof ukalalıklar, cıvıklıklar yapmayın.

''Bu kadar okudum, bu kadar insana emek harcadım, bu kadar kendime emek harcadım, bu kadar hayata tanıklık ettim.Böyle mücadele ettim.Bu kadar insana değer verdim, bu kadar insana kalbimi açtım, bu kadar insanı düşündüm, gerçekten düşündüm.Kalbini kırmamak için uğraştım.Ve hala yapacak üretecek çok şeyim var'' diyebilecekseniz, sadece karıya kıza yeni basmakalıp tarzlara merak duymak yerine, hayata insana merakla bakıyorsanız eğer bu vakitten sonra muhattabımsınız.
Gerisinin alayı Fıss..