31 Ağustos 2012 Cuma

Ağustos'un Son Günü

Bir adım atıyorum, minik taşlar batıyor ayaklarıma.
Bir adım daha.
Dengemi yitireceğim.
Hiçbir anlamı kalmaz o zaman, kendi kararım olmalı.
Kollarımı geriye uzatıp,
Düşüyorum.
Bu his tarif edilemez.
O yüzden tarif etmeye uğraşmayacağım.

Düşüyorum..
Öyle derine öyle şiddetli düşüyorum ki,
Hayatın benimle işinin bitmediğini tüm derimin yanması sayesinde anlıyorum.
Evrendeki oluşmuş ve oluşabilecek tüm baloncuklar,
Gözümün önünde sağa sola kıpırdıyorlar. 
Hiç bitmiyorlar, hiç durmuyorlar.
Uzuvlarımı görüyorum birbirlerinden çok uzak ve ayrı yerlerde, 
Baya dağılmışım anlayacağın.
Birine doğru yöneliyorum, onu tuttum derken diğerini kaybediyorum.
Ben, çok uzun süredir, kaybediyorum.

Gözlerim kapalı ama seni, beni izlerken görebiliyorum.
Merakla izliyorsun hatta bir an üşümeyi bile unutuyorsun.
Her şey fazlasıyla gereksiz geliyor.
Bir ciğer daha istiyorum.
Tüm vücudumda ciğerler olsun istiyorum.
Dahası, ciğerden oluşmak istiyorum.
Suya düşen, bol hava depolamış büyük bir ciğer…
Gariptir, her şeyin bu kadar kaygan olmasının hoşuma bile gittiğini hatırlıyorum.
Her su taneciğini tek tek görebiliyorum,
Birinin üstünden kayıp diğerinin altından geçiyorum.
Birden bu durumdan zevk aldığım için kendimden tiksiniyorum.
Çok havasız ve karanlık.
Halbuki dahası var.
Işık var.

Yüzeye çıkıyorum.
Saçlarımdan göğüs çizgime doğru bir kaç damla su akıyor.
Ben saçlarımı uzunken daha çok seviyorum.
Çünkü kısa saç bana hatırlamak istemediğim insanları hatırlatıyor.
Gözlerimi açıyorum.
Ters ışıkta, seni bana bakarken seçebiliyorum.
Teşekkür edilmesinden hoşlanmadığımı bilirsin,

Ama yine de bugüne kadar bana böyle güzel bakan tek insan olduğun için,
Çok teşekkür ederim sana...

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Öyle

Öpüşüyoruz sırtlarımızla,
Omurlarımız oturuyor omurlarımıza.
Gözlerin kaçıyor dönmekten,
Ellerimizin tersiyle tutuşuyoruz.
Kürek kemiğim bir çıkartma yapıyor sırtına,
İç içe geçiyor bir şeyler,
Nasıl da her şey soyut.
Yüzümün izdüşümü senin göğsünle yüzünün hizasında gidip geliyor.
Ben gidip geliyorum.
Kafan arkaya düşmüş,
Gerilmiş boynun.
Damarları şişmiş boğazının,
Gözlerin kapalı.
Belli belirsiz aralık ağzın.
Tek elin saçlarımda,
Öteki ne olduğunu şaşırmış bir halde duruyor.
Keskinleşiyor nefeslerimiz.
Öyle.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Dilek Kumbarası

''Artık başka bir anlamı var bu saatlerin, seni bana hatırlatıyorlar'' dedi.

Gecenin bu saatlerinde o,
Beni hiç bulunmadığım şehirlerimden öpüyor.
Belki bulunmuş olsam, bu kadar kaybolmazdım.
Sokak lambalarına alışık olmadığım caddelerimde volta atıyor.
Belki alışık olsam, bu kadar aydınlanmazdım.
Dilencilerine yabancı olduğum duvar kenarlarında bağlıyor bağcıklarını.
Belki tanıdık olsam, bu kadar oyalanmazdım.
Ve o, gecenin bu saatlerinde,
Daha önce hiç uyanmadığım bir gökyüzü parçasının altında,
Yıldızlar kaydırıyor benim için, güzel dileklerle.

Dilekler çocuklar içindir,  ama ben çocukken bile hep büyüktüm  içimde.
(Çünkü büyük olmak zorundaydım)
Ondandır dileklerle hiç bir zaman işim olmadı.
(Doğumgünlerinde mecburi olarak 'bir dilek tut' cümlesi ardından mum üflemem dışında)

İstediğim çok şey oldu belki.
Kimine sahip olduğum, kimine uzaktan baktığım.
Yine de dilek tutmak, hayal kurmak, güzel şeyler düşünmek,
Hiç bana göre olmamıştı.
Bunları hep çocukça şeyler olarak görmüştüm.


Ama son bir kaç haftadır düşünüyorum da,
Sanırım daha fazla geç kalmadan çocukça şeyler yapmalıyım.
Ve bunları yaparken gülümsemeliyim (gerçekten) çünkü gülümsemek önemli.

Ve gülümsetmeliyim, çünkü bence bu daha önemli.

Şimdi gülümse bakalım çocuk, çekiyorum.