29 Nisan 2012 Pazar

Nisan'ın son günü.



Sonsuz bir yaşam düşünmüyordum hiç bir zaman
Çünkü o zaman kendimden tiksinebilirdim.
Bu yüzden hiç olmaktansa var olmak istiyordum.
Kısa bir zaman diliminde bile olsa; bir yerde, birinde var olmak.
Kulağa basit geliyor.
Ve güzel.

Hayat denen şey tesadüften mi ibaretti?
Yoksa,
Şuursuzca bile olsa aklından geçirdiğin an sana doğru gelmesine biz mi tesadüf diyorduk?
Açıkçası tesadüfün ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok.
Sadece derin anlamlar yüklediğinizi biliyorum.
Yapmayın.

Bir de fotoğraflara, fotoğraftaki insan karşınızda size bakıyormuş gibi bakmayın.
Bazen donuk bir fotoğraf karesi sizde canlı bir nefesten daha fazla heyecan uyandırabiliyor.
O fotoğrafa uzun uzun bakıp;
-Her şey düzgün de bir kalbi mi değil yani? diye düşünüyorsunuz biliyorum.
Düşünmeyin.

Var olan sorunlar var, görmek istemiyorsunuz farkındayım.
Ama var olan bir sorunu en fazla ne kadar görmezden gelebilirsiniz ki?
Kaçmayın.


Bazılarının bazılıklarına bazılaşmak diye bir şey var.
Ve bu şey diğer her şeyden daha fazla can sıkıcı onu da biliyorum.
Ama siz yine de canınızı sıkmayın.

Ve şunu da unutmayın ki,
(Nisan tahrip eder, yıkıntılar Mayıs'a kalır)





19 Nisan 2012 Perşembe

Fazlası yok

En sevdiği barda her zamanki masasına oturdu yine.Çok değil on gün kadar önce de burdaydı.Karşısında sevdiği bir dostu vardı o zaman.Ona bir sebepten kalbinin attığını anlattığını hatırladı.Yüzünde gülümseme ile düşünceli bir ifade belirdi, karışıktı.
Ne istersiniz? demişti garson.Bomonti.Birincisini içti, ikincisini, üçüncüsünü, dördüncüsünü, beşincisini biraz abarttı bu sefer altıyı da gördü.Karşısındaki çocuk bir şeyler anlatıyordu.Ne anlatıyordu bu çocuk hiç bir şey duyulmuyordu.Hem kimdi bu çocuk?
Aşk dedi bir ara duydu, sus dedi.Ağzından aşk kelimesini duymak istediğim adam sen değilsin.Kalktılar.Rıhtım'a indiler.Seni evine bırakayım, iyi değilsin dedi çocuk.-İyiyim ben sen beni rahat bırak yeter.Bir şeyler daha söyledi çocuk koluna girmeye çalıştı, itilince sinirlendi ve gitti.Sanırım bir daha aramayacak.Aramasını isteyen kimdi ki?


Denize karşı bir banka oturdu.Dalgaların sesini dinlemeye başladı.

Huzursuzum dedi.Çok değil daha yirmi dakika önce sorsan sana binlerce şey sayabilirdi, tam olarak hangisini daha çok hissettiğini bilemeden.Mutsuzum derdi, insanlardan pek hoşlanmıyorum derdi, tanıdıklarımın yüzde doksanını hiç tanımamış olmayı isterdim derdi, ne uyuyabiliyorum ne uyanabiliyorum, gün içinde üç kere yerlere düşüp kırılıyorum, ben her gün en az bir posta dağılıyorum, derdi.Şimdi sorsan sadece huzursuzum der.Çünkü hepsi evine gittiğinde, onu bir kenara bırakıp dağıldıklarında, geriye bir tek bu kalıyordu.Hepsinden ötürü, hepsine neden, hepsinin sonucu olan büyük, dev bir huzursuzluk.

Ölmek dedi, büyülü bir husus muhakkak.Kesin bir U dönüşü, resmen baştan başlamak.Ölünce dedi, kimse senin ne yaptığın hakkında bilgi sahibi olamayacak, kimse senin kiminle düşüp kalktığını bilemeyecek, kimsenin işlediğin suçlardan, girdiğinin günahlardan, attığın kahkahalardan haberi olmayacak.Ölünce, sonunda, özgürsün derdi.



Dediklerini çoğu zaman içinden söylerdi O.Dışarıdan duyulan hep aynı şeylerdi.Dışarı için ayırdığı yüz kelimelik sandığının bir başkasına ağzı açılmaz, dili varmazdı.Bir ömrün yarısını yumruklarını sıkarak yaşar kalanını hastalıklarını saklamaya çalışarak sürüklerdi peşinden.Bu arada durmaksızın süslenirdi.Bitmeyen bir hınçla süslenirdi, yüzlerce yıllık bir açlıktı sanki onun süslenmesi, dudaklarını boyar, göz kalemini çeker, beyaz tenine renk gelsin diye allık sürer ve depresyona girerdi sık sık.

Düşerdi çok.İçine doğru düşerdi.Düşmek değil de belki, kendini bırakmak gibi.Aşağıya atlar gibi.Fark edemediği  tek şey ise, sığ olduğuydu, ne zaman kendinden düşse en fazla yüzü gözü sıyrılırdı o kadar.Kendinden nefessiz kalsa da, kırılıp, parçalanıp ölemezdi.Süründüğü parfümlerden, boyandığı makyajlardan, girdiği ruh hallerinden, tanımadığı kişiliklerinden, kafasında durmaksızın konuşan o kadından zehirlenip dururdu.


İnsan ölürken öpücüklerini ve heyecanlarını yanında götürüyor diyorlar fakat konumuz bu değil.O, ağladıklarını ağzında biriktiriyordu böylece ne zaman konuşmaya başlasa karşısındaki çaresiz boğuluyordu.Bence, iyi biriydi, sırf ortalıktakiler boğulmasın diye dilini yuttu.Bir sabah ansızın boğularak öleceğini biliyorum ama bundan şu an bahsetmeyeceğim.

Dalgaların seslerini dinliyordu.Sadece onları.İnsanlar sustu birden, kafasının içi de sustu.Dalgaların sesi mutluluk vericiydi.Şu an olması gerekende sadece buydu.

Fazlası değil.




16 Nisan 2012 Pazartesi

Saçmalık Silsilesi 2


Asla, asla kontrollü bir insan olamadım.
Asla kendime “hayır dur! bu cok yanlış.” cümlesini dinletemedim.
İçimi kıpır kıpır yapan şeylerden bahsediyorum.
Şu meşhur “midedeki kelebekler” belki de.
O son bardağı hep içtim.
O son sözü hep söyledim.
Konuşmam gereken yerlerde sustum.
Susmam gereken hiç bir yerde susmadım.
Öpmek istiyorsam öptüm.
Sarılmak istiyorsam sarıldım.
Oluruna bırakmadım ama hiç.
Ya oldurdum, ya mahvettim.
Çünkü içim içimi yiyordu.
Çünkü beni ben yapan şeyler beni dürtüyordu.
Belki kazandım, belki kaybettim.
(İtiraf edeceğim çoğunlukta kaybettim.)
Hayatında olan birini istiyor olmaktı sanırım sorun.
Ya da yarım saat önce tanışılan, hatta hiç tanışılmayan birine onu istediğini çok net belli edebiliyorken..
Pişman mıyım?
Bazen öyle hissederim ama aslında değilim.
Salak mısın?
Bir şeylerin içimi kıpır kıpır yapmasından bahsediyorum.
İnsanın içinin kıpır kıpır o-la-ma-dı-ğı zamanları bilir misin?

Bilsen böyle demezsin.

Peki ya hem böyle düşünüp hemde içinin kıpır kıpır olmasının yarattığı sonuçlara sövmen?
-Saçma.
Ama doğru sen saçmalık silsilesiydin.Çünkü;
Silsile demeyi çok seviyordun
...







8 Nisan 2012 Pazar

Saçmalık Silsilesi

Bazen olur kafanın içindekilere kafa yormaktan kendine kafa yoramazsın.
Böyle zamanlarda sen düşünmezsin, kafanın içindekiler düşünür ve konuşur.
Konuşmak basit kaldı.
Aslında önce fısıltıyla başlarlar, sonra seslerini yükseltirler.Bağırır hatta çığlık atarlar.Böyle zamanlarda ne yaparsın?Kulaklıklarını tıkamak işe yaramaz.
-Müzik aç yüksek sesle ve o sesleri bastır.

Dinlememen gereken şeyler söylerler bazen çünkü eğer dinlersen onların dediğini yaparsın.
Kafanın içi senin kendine ait tek yerindir.
Ve kötü olan ise onunla yaşadığın karmaşadır.
Çünkü böyle zamanlarda işler iyi gitmez.
İşlerin iyi gitmesini mi istiyorsun?
-Kafanı sadece bedeninin üzerinde taşı, içindekileri kullanma.

Çoğu insan da aynen bunu yapmıyor mu zaten?
Bak o insanlar ne kadar umursamaz ve mutlu.

Sen kendinde bu kadar düşünme hakkını nerden buluyorsun ki?
-Saçma.
Ama doğru sen saçmalık silsilesiydin.Çünkü;
silsile demeyi çok seviyordun

...

Varsayım

Darmadağın evlere bakıp yağmurlar yağdırıyordum ve umrunuzda değildi o evler.
Oysa ki en güzel insanlar oralardaydı.
Bakmak ve görmek ile ilgili bir şeydi.
Bakıyordunuz görmüyordunuz.
Bazılarınızsa hiç mi hiç bakmıyordu.


Camdan baktığınızda yağmur vardı bu gece.
Üşümüyordunuz belki ama elleriniz öyle hissettiriyordu sadece.
Ve kışlar çabuk geçmiyordu sadece bardakların da ellerinizi ısıttığını öğreniyordunuz.
En güzel cinayet silahıydı zarar vermem diyen bakışlar.
Sonra büyüyüp içine alıyordu. 
Soğuk, ıslak bir timsahın derisi gibiydi, ölmüyordu sadece bekliyordu.
Belki çoktan göç etmesi gereken kuşlardandınız ama bir yörüngede kılığınızdan çıkmıştınız.
Neyse.
Konuşmaktan kaçtığınız şeylerden bahsetmek istemem.
Bu gece sadece dürüst olduğunuzu varsayıyorum.


O yüzden üzerine soğuk bir şeyler al, öyle gel.

2 Nisan 2012 Pazartesi

Kelimelerini öptüm

    İnsanların güzel kelimeleri vardı, kelimelerin de anlattığı güzel insanları.
Onu tanımadan önce kelimelerini keşfettim.Kelimeleri gerçekten beni anlattığı için mi bu kadar etkilendim yoksa ondan zaten çok önceden etkilendiğim için mi kelimeleri bu kadar etkileyici geliyordu bilmiyorum.Bilmiyor olmak kötüdür.İnsan sebebini bilmediği şeylerden korkar.Kelimeleri beni yakalamıştı aynı üzerinde olan bakışlarımı yakaladığı gibi.Korkuyordum.
-Güzel konuşan adamlardan hep korkmuşumdur zaten. 
  Ama bu sefer ki korkum daha başkaydı çünkü bu adam sadece güzel konuşmuyordu, güzel düşünüyordu.Diğerlerinden farklı bir şeydi bu.Diğerleri sadece karşısındakini etkilemek için konuşuyordu.O ise kendisiyle konuşuyordu.Yazıyordu.
   Bir kızı yazmış.Eski sevgilisini.Okudum.-Aslında yazdığı her şeyi okudum.Sevgilisini anlatırken süslü cümleleri olmamış.Kendi nasıl hissediyorsa öyle yazmış; sade, basit, hislerinin en yalın haliyle yazmış.Çünkü kendisiyle konuşuyor, yazdığı kız okumuyor, niye abartılı konuşsun ki?Kimseye göstermek zorunda değil, inandırmak zorunda hiç değil.Hoşuma gitti.
   Bir insanın yazdıkları onu ele verir.Siz birini tanımaya nasıl başlarsınız bilmiyorum ama kağıda yazdığı, ya da kendi kendine konuştuğu herhangi bir yer, benim için kendini bana anlatmasından daha gerçektir.
   O kelimeleriyle yakaladı beni.

   Bir insanın kelimeleri size dokunuyorsa, elleri çok uzakta değildir diye bir şey okumuştum bir yerde.
Doğru olduğunu biliyorum.Çünkü hiç bir zaman dış görünüşüne bakarak birinden etkilenmedim.Her zaman kelimeleriyle yakaladılar beni.Bu da öyle olacak gibi gözüküyor ve ben korkuyorum çünkü güzel konuşan adamlar yüzünde her zaman güzel bir hüzün bırakır.

 Ona yakalanmak istemiyordum.
Ama bir yanım da bunu çok istiyordu.