31 Mayıs 2012 Perşembe

Mayıs'ın son günü

Sarhoşluk kulaklarından akıyor,
Orada ileride sızıyor o.
Yelkensiz, sancaksız bir gemi.
Kaptan kamarasında
Yanında bir deli.

Şimdi biraz sağa çekiyor onu hayat.
Yüksekten uçan herkes biraz muzdariptir aslında içinde.
Bıkmış tükenmiş bir nesil çizmişiz, çizilmiş aşk plaklarından.
Orada ileride takılıyor o.
Diğerleri yakınırken berisinde.

Biri ölüyor biri doğuyor geçip gidiyor zaman.
Orada ileride sevişiyor o.
Bazıları giyinmek bilmiyor, bazıları soyunmak.
Bazıları soymak istiyor, bazıları soyulmak.
Soyut olana hasret bir acı var dilinde neden bilinmez.
Orada ileride bağırıyor o.
Orada ileride.

29 Mayıs 2012 Salı

İnsaf

Biz hızla yol alıyorduk durmadan ama yol bizi almıyordu.
Ve vardığı yerde değil, durduğu yerde yaşlanıyordu insan.
İnsaf,
Hele ki senin elindeyse;
Yaramaz bir çocuğun, oynarken bozduğu oyuncağa dönüyor yaşanmışlıklarım.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Mühim sözler

Ön koltuktaki çift başlarını omuzlarına yaslarken,
Benimse kurmaya korktuğum hayaller kafamı boşluğa düşürüp beni kendime getiriyordu.
Herkes birbirine benzemeye başladı, bilmiyorlar.
Sanıyorlar ki bazı gözlerde mühim sözler var hala.
Mesela sen sessizdin, ama senin gözlerin konuşmayı çok çocukken sökmüştü.
Ve ben gözlerimle "Bak bu sessizlik çok güzel, bozmazsan eğer sevebilirim seni." dedim
Ama sen bana "Niye öyle bakıyorsun?" deyip sessizliği bozdun.
Ve biz amansızca ağızdan çıkmış bir neden sorusuna cevap bulamadığımızdan böyle olduk.

En çok iri taneli gözlerin güzeldi yüzünde oysa.
Ağzın gözlerini yemeden önce.





Riskli yakıt

Sünger gibi çekiyordum.
Bütün hüzünleri, sanki şu dünyada bir tane bile sünger kalmamış gibi, ben çekiyordum.
Deliklerin böyle durumlarda işe yaraması gerekiyordu tam da.
Doluyordum doluyordum da, bir türlü fışkırmıyordu o hüzünler deliklerden.
Ne demiştim?
İki kişisiniz.
Her şey,
Her bir şey ikinizin de eşit hissetmesine bağlı.
Bunu kaybettiğiniz anda, yanmaya başlarsınız.

-Kalbin, yakmak için fazlasıyla riskli bir yakıt olmasının kanıtlarıyız.


Evden çıkarken o gün, yanaklarım yanıyordu.
Ellerimle kontrol ediyordum, evet gerçekten yanıyorlardı.
Ayaklarımı izliyordum yürürken, bir sağa, bir sola, bir sağa, bir sola.
Parmaklarımı dudaklarımda gezdiriyordum.
Gözlerimi kapatıyordum.
Rüzgarı hissetmek çok güzel olabilirdi, gel gelelim kulaklarım uğulduyordu.
Öyle yanıyordum ki yanındayken, eve gidene kadar tek parça halinde kalabileceğimi sanmıyordum.

Nasıl da kalbim atıyordu öyle?
Nefes almaya bile ihtiyacım yoktu sanki.
Gülümsedim.



Sonraki gün,
Eve dönerken, o kadar vurgulamama rağmen,
Kalp demiştim, riskli bir yakıt demiştim ya, hiç dinlemedi.
Eve dönerken o gün, kalbim yanıyordu.
Ellerimle kontrol etmeme gerek yoktu.
Kalp o kadar yüzeyde olsaydı zaten, yakması riskli olmazdı.
Biliyordum işte.
Yanıyordu.
Eve gidene kadar tek parça halinde kalabileceğime oldukça emindim.
Üstelik daha çok uzun zaman tek parça kalacaktım.

-Ama eğer benimle gelseydi, yakacak başka bir şeyler bulabilirdik.

Sünger gibi çekiyordum.

Bütün hüzünleri, sanki şu dünyada bir tane bile sünger kalmamış gibi, ben çekiyordum.
Deliklerin böyle durumlarda işe yaraması gerekiyordu tam da.
Doluyordum doluyordum da, bir türlü fışkırmıyordu hüzünlerim o deliklerden.

Ama Ne demiştim?










25 Mayıs 2012 Cuma

Aklını soy

Huzur sadece deniz kenarında ya da ormanda olmaz.
Gece eve geldiğinizde;  ışıkları yakmadan, karanlıkta kendinizi koltuğa bıraktığınızda 
Şehrin ışıklarının eşyalarınızın üstüne silik silik düşmesi de sizi dinlendirebilir.
Huzur büyük şehirlerde de olur.
Düşünme çok  fazla.

Soyunsun aklın, öyle duyulsun huzurun. 

24 Mayıs 2012 Perşembe

Onca kemik

Çok düşünülmüş adamlar var.
Birbirine benzeyen onca kemik ve kimlik.
Düşünmek zor gelir onlara.
Bundandır düşünmezler.
Yok aslında bazı şeyleri çok güzel düşünürler.
Mesela kendilerini.
Kendi isteklerini.
Kendi zevklerini.
Kendi hayatlarını.
Bencildirler.
Ve bazen onların bencilliğinde kendine denk gelirsin.
Selam vermemek için başını çevirmek de işe yaramaz o zaman.


23 Mayıs 2012 Çarşamba

İmza

Öpülmek.
Öpmek.
Ötesi bazen dillendirilemeyeceğinden, sözü dillere havale etmek.
Öpüşmek başlıbaşına yokluğa uzanış. 
Küçük bir öpücük.
Dilin ıslaklığı.
İnsan nefesi ve dokunuşu.
Mademki dudaklarım var, öpmeli.
Tenin dudaklarımla bir olmalı her an.


Bir delik bulup boynunun buğulu kokusuna sızıyorum,
Sızıyorum orada,
Gitme diye sızlanacağım adamın sızlayan damarlarının yamacında.
Dudaklarımın arasında leziz bir görüntü oluşturuyordu boynun.
Bir öpüş, bir öpüş daha.
Çekemiyordum kendimi.
Nabzım dudaklarımda atıyordu.
Ve dudaklarım sadece seni yaşamak istiyordu.
Ah nefesin, o Tanrılardan gelen.
Alev alev yüzüme çarpıyordu.
Yavaşça öptüğün bedenim, dudaklarından dökülen nefesle yanıyordu.
Tenimdeki yanıklarını unutmayacağımı biliyordum.
O yüzden bende küçük bir morlukla attım imzamı tenine.
Unutama diye.
Sileme diye.
Ama morlukların çabuk geçtiğini unutmuşum.
Ellerinin arasına nasıl yakıştığımdan bahsetmeyeceğim sana.
Ya da ruhumun ruhunla nasıl doyduğunu.
Sadece yanındayken kaybettim ben kendimi.
Biraz bak bakalım, yatağın bir kıyısında bulabilirsin beni. 



13 Nisan 04.57

20 Mayıs 2012 Pazar

Karmaşa

Buralar yeşil alanlar.
Buralarda çimlere uzanmak, kuşları dinlemek ve bulutları bir şeylere benzetmek serbest.
Hatta düşününerek manzaranın rengini bile değiştirebilirsin.
Yıldızlardan salıncaklar kur mesela güneşli teraslara,
Şarkılar yap bulutlardan.
Ama kuşlarla ilgili düşünme sen.
Kuşların balık koktuğunu duyacak kadar yaklaşmadın ki hiç bir zaman onlara.
Deniz çok yumuşak.
Dev kibritlerimle kirpiklerini yakıyorum.
Denize dik bakışlarını böyle yumuşatabilirim belki.
Bazen geri çekilebilecek kadar zaman kalır sadece elinde.
Daha çok su lazım uzaklaşabilmem için.
Çünkü ben gemileri kafadan yürütüyorum.

Sisli yollar görüyorum gecenin körlerinde.
Rüya mı gerçek mi ayıramıyorum.
İnsan ağlayamamaktan da kusar.
Bakıyorum ki kalbimi de kusmuşum farkında olmadan.
O karmaşanın içinde ne kadar da yerini bulmuş gözüküyor, dokunmaya kıyamıyorum.
Çürüsün.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Oysa

Bir süredir siktirip gidememekle meşgulüm.
Üstelik onlar hakkındaki tüm iyi düşüncelerimi,
Tek bir hareketleriyle sikip atan insanlara rağmen.
Beni anlamasını istiyordum sadece.
Çünkü beni anlamasını önemsediğim insanlar, benim için değerlidir.
Değerli olmasını istiyordum.
Ama kendine değer vermeyen birine siz nasıl değer verebilirsiniz ki?
Veremezsiniz.
Sadece bir an için değerli olabileceğine inanırsınız.
Eminim Tanrı bir yerlerde durmuş bizi izlerken, inandıklarımızı görüp kahkahayı basıyordur.
Bana somutluklardan bahsetin.
Yeteri kadar soyutlukla yaşamaya alıştım çünkü.

Bazı insanlar sonsuz çeşitliliğin peşinde.
Yanlarında olmasını istedikleri kişinin bedeniyle, öteki bedenler arasında farkı gözetmeyecek kadar açlar.
Kalpleri bedenlerinden satılıktır o insanların.
Ama asıl tahrik gücü; konuşması, düşünceleri, benliğiydi birini çekici kılan.
Yoksa sadece taş gibi olması birinin,
Ne kadar oyalayabilir ki, seviştikten sonra konuşacak bir şeyler bulamadıktan sonra seni?

Aslına bakarsan yaşadıklarımızdan değil yaşayamadıklarımızdan sorumlu tutuyorum seni.
Yapamadıklarımız için üzülüyorum.
Neyse, öyle boş bakıyordun ki, benden bir şey anlaman imkansızdı zaten.
Çünkü benimle tamamlanabilecek bir şeye benzemiyordun.
Yapamam, edememlerin çok ya hani.
Rica etsem bahanelerini götüne sokabilir misin?
Yapamam değil 'yapmam, yapmak istemem' demek istediğini ikimizde biliyoruz çünkü.
Senden hiç bir zaman yalanlar istemedim evet.
Ama saçma gerçeklerini duymak istediğimi kim söyledi ki?
Anlattığın kızları neden duymak isteyeyim mesela,
Ya da neler yaşadığını.
Hiç biri ben değil ki, o yüzden bana bunlarla gelme.
Ne var biliyor musun?
Tanımadığın kadınların bacak aralarında aradığın hazzı ben sana satır aralarımda verebilirdim oysa.
Kalemimle hem seni hem de düşündüklerini çizebilirdim.

Neyse..
Tuhaf şeyler geveledim ağzımda, gerindim, yayıldım ve yırtıp attım.
Ve artık istediğin kadar sevişebilirsin başka bedenlerle, önemi yok.

13 Mayıs 2012 Pazar

Kimsesiz

Rakının her yudumu, bir öncekinde aklına gelenleri unutmak için içilir.
...
Bir de senin sözlerin var tabi ki.

Sözlerinle sarhoş falan olmuyorum ama insanı boğmayı iyi başarıyorsun.
Yazdıklarınla yaptıkların birbirine o kadar zıt ki beni karman çorman ediyorsun.

Çok güzel yürüyorsun, kafamın içinde oradan oraya.
Egon yüzünü kapatıyor, ama yine de gözlerin gözlerimle sevişebiliyor.
Beni, kendinden geçiriyorsun. 

Düşündüğüm şeyleri aklımdan alan bir yanın da var ki susuyorum. 
Konuşacak hiç bir şeyimiz yok ama sen hala varsın.

Seninle tekrar tanışacak olsak, elimi eline uzatma ihtimalim yok.

Ama bu yine de şu an, elini uzattığında elimi uzatma isteğime engel olmuyor.
Baştan alalım'lı düşünmeme de engel olmuyor.
Gel, sevdiğimiz filmleri beraber izledikten sonra başlayalım tanışmaya mesela.
Hiç durmadan konuşalım bazen.
Bazen sabahı birlikte doğuralım ama sabaha kadar gürül gürül susalım.
Mesela sen gülümsediğinde, yanaklarında oluşan kasılmanın sebebi ben olayım.
Sarılalım.
Sarılmak önemli.
Nefesinden biraz ver bana.
Ağzımın payını vermek istediğin tüm zamanlarda, öp mesela beni.

Gözlerim o kadar yeşil ki, doğru bir şekilde öpebilirsen dudaklarında bir orman filizlenir.
İlerisine gidelim.
Kendimden uzaklaşacak kadar, sana yakın olmak istiyorum çünkü.
Senle, adımız çıksın istiyorum.

Kimseyi umursamayalım, ne düşündüklerini duymayalım istiyorum.
Tamam yine aynı şekilde düşünmeyelim.
Ama bir kez gerçekten hissetmeyi denemeden, neler olacağını bilemezsin ki.
Benimki beklenti değil, gökyüzü mavidir ve bu değişmez biliyorum.
Tam olarak neden bahsettiğimi bilmiyorum belki de, sadece yaşarsam geçeceğini biliyorum.
Bir tek seni istiyorum ben çünkü zaten dışarıda istemediğim kadar insan var.
Sevilmeye değer ne kadar yanın varsa, hep başkalarında bırakmışsın doğru.

Yine de bu sevilmene engel değil, en azından benim tarafımdan.

Bakma böyle mutsuz durduğuma; benim hikayemin sonu mutlu, asıl üzüldüğüm sensin.
Sen kimsenin olamazsın, çünkü alışkınsın herkesin hiç bir şeyi olmaya.
Bilincini yok sayarsan, sana dokunan her eli sadece sana dokunan bir el sanabilirsin.
Ama o an kimler yerine hayal edildiğini ya da kimler yerine haz verdiğini bilemezsin.

Düşünmezsin ki bunları, önemsemezsin de bilirim.
Düşünmen gereken tek şey var aslında.
Sakalların sadece senin olan birine batmak yerine,
Bir sürü bedene ya da sana batıyorsa yalnızsındır.

Yalnızlıkta mutlu eden bir sorgusuzluk vardı ve bu yüzden kimsesizdin, bunu da bilirim.
Ben sadece kimsesiz olmanı istemiyorum.
Herkesin birilerine ihtiyacı vardır çünkü.

Her ne kadar hayatlarında kimseyi istemeseler de.
...
Çok mu düşündün yine?
Rakın bitmiştir, tazele.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Belki

İçindeyken güvende hissettiğim t-shirtler hatırlıyorum.
Yüzümü dönüp saatlerce incelediğim, her bir çizgisini ezberlediğim duvarlar.
Dokunuşuyla nefesimi kesebilecek kudrete sahip bir oğlan çocuğu tanıyorum.
Ve O aynı zamanda tanıyamadığım en güzel adam.
Uyumayı tercih ettiği anlardan birinde kulağına bir şey fısıldamıştım, duymadı.
Sonrasında da hiç söylemedim.
Kendi aklımdan geçmesine bile izin vermedim.
Peki niye hakkında yazıyorum?
Sanırım bu uyurken nasıl göründüğü ile ilgili bir şey.
Yüzüyle belki.
Hareketli göz kapaklarıyla, hafif aralık dudaklarıyla.
Karışmış, küçük bir çocuğun saçlarına benzeyen saçlarıyla belki.
Belki de sakallarının farklı farklı yerlere yattığı boynuyla ilgili bir şey.
Onlarla sürekli uğraşıp nasıl ses çıkardığını düşünmemle ilgili belki de.
Bilemiyorum.
Tek bildiğim şey;
Onu uyurken izlemeseydim hakkında hiç bir şey karalamazdım

...
Hava yerine istemediğim mecburiyetleri soluğum gecelerden biri daha. 
Yaşanılmış ne varsa kulakları sağır eden sessizlik kadar sıkıcı.
Sessizliği bozmak istersin, bir şeyler söylemek.
Sonra yine tam olgunlaşmamış bir kaç cümleyle geçiştirirsin düşündüklerini.
Konuşamazsın ki sen, zaten hiç bir zaman konuşmakta iyi olmadın.
Anca yaz sen.
Sayfalarca ve günlerce sadece yaz.

11 Mayıs 2012 Cuma

Bazı sorulara cevaplar

Size kendimle ilgili sayfalarca yazabileceğim gibi aynı zamanda da tek kelime edemem.Şimdi buraya bir şeyler karaladım.Gözünün gördüğü üzere gereksiz uzun.Vaktin varsa oku.Ben yine de tavsiye etmem.Benimle ilgili bir şeyler öğrenmiş olacaksın.Ne gerek var ki?


Sabahları nalet uyanırım.Aslında pek de sabahları uyandığım söylenemez genelde öğlen ve ya akşam.Neyse bu lanet bir şekilde uyandığım gerçeğini değiştirmez.Kendime gelene kadar süren bişey.En temel sebebi alerjik astımım.Kahvemi içip ayıldıktan sonra hafif hafif neşelenmeye başlarım.İnsanlarla sabahları kocaman bir gülüşle günaydınlaşmaya özen gösteririm, bazen başka bir boyuta geçip fark etmediysem karşımdakinden gider özür dilerim.Soluk gözükmemin sebebi; ten rengim soluk ve vücudumdaki magnezyum oranı bir kısmınızdan eksik olduğundan.Ama hasta falan değilim.Makyaj yapmaya özen gösteririm.Yanaklarımda allık olduğunda normal ten rengine sahip olanlardan bir farkım yokmuş gibi hissederim.

Canım sıkkınken odamdan çıkmam.Film izlerim, müzik dinlerim.Ve bu döngü içinde saatlerimi yatağımda geçiririm.Sessiz kalmak, gizli yerlerde ağlamak, içten parçalanmak tercihimdir. (tabii birileri beni, ben sana bişey mi yaptım?’ a zorlamıyorsa.)Doğal alanda nefes almaya country ve klasik müzik dinleyerek kendimi daha iyi hissetmeye çalışırım.Acıklı melankolik müzikleri sevmem.Kendine acıyan, melankolik buhranlı insanlardan hoşlanmam.Nefret de etmem ama yanaşmamaya çalışırım.Bazen durgun olduğum için dışardan bakanlar bende de sıkıntılı bir kişilik sezer.Konuştuğum ve güldüğüm zamanlar da tam aksi canlı, hayat doluyumdur.Asosyal bir insan olmadım hiç bir zaman.Her zaman istediğimde yanımda bulduğum arkadaşlarım, olmadı benle zaman geçirmek isteyecek bir kaç insan illaki buldum.Evde vakit geçirmeyi genelde sevmem.Nedeni kendimle baş başa kalmaktan hoşlanmamam.Kimileriniz benim için çok sosyal, sürekli birileriyle bir yerlerde sürtüyor diyebilir, doğrudur.Yaptığım tam olarak bu.Ama bunun nedeni bir arkadaşıma da dediğim gibi 'aslında insanlara katlanamamam ama kendime hiç katlanamıyor olmamdır.' Kulağa klişe gelecek belki ama kalabalık içindeki yalnızlardanım anlıyacağınız.Yine de insanların yanında olmak bana iyi geliyor.Sanırım bu öylesine insanların yanında yer almamamdan kaynaklanıyor.Yani yanında yer aldığım insanlar her zaman benim için değerli insanlardır ve yanlarında olunca gerçekten gülümsediğim anlar yakalayabiliyorum kendimde.Ben bile kendime katlanamazken bana katlanabilen ve bunu konuştuğumuzda bana her zaman katlanabileceğini söyleyen insanlar var hayatımda.Mutluluk diye birşey gerçekten varsa ve hakkında konuşulduğunda siz tanımını bir sürü farklı şekilde açıklıyor olsanız da bende cevabı bu yaşadığım şeyden farklı bir şey değildir.


Dargınlıklarım ya da kırgınlıklarım karşımdaki bana sırıtana veya bir şey söylene kadardır.Bu sefer konuşmayacaksınlı mesajları kendime atıp dursam da, o an geldiğinde su ürünü gibi cıvırım.Çok utandığım zamanlarda çok havalı gözükürüm.Kafamla kendimi kasmaktan garip bir hareket yaparım.Cinnet geçirmeden önce ise öyle bir relaks olurum ki kimse saldırıyı önceden algılayamaz.(daha öncekilerini görmüşler hariç)  

Yemyeşil gözlerim vardır ama hayatı gri görürüm.Bilirsiniz siyah ya da beyaz netliğinin dışında kalan gri belirsizliği diye bir şey var.Heh işte siz bilirsiniz ben ise grilerde yaşarım.Bunun nedeni, yaşadıklarım, çoğunlukla yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımdır.'Uktelerimiz var' ne bicim kullanıcı adı, ne demek diyorsunuz ya hani bazen gelip de bana.İşte yaşamak isteyip de yaşayamadıklarım içimde ukte diyorum ben de.Sonra da neymiş o ukteler diyorsunuz, demeyin o konu çok uzun.


Çok düşünürüm, belki de çoğunuzun düşünüşünün toplamı kadar.Gün içinde düşünmediğim an yoktur.Sizle konuşurken bir giderim.Beni dinlemiyor musun? dersiniz üzülürüm.Bilerek yaptığım bir şey değildir çünkü bu.Sonra ne düşündüğümü merak edersiniz -anlat dersiniz.Anlatmak istemem.Üstelersiniz.Üstelemesiniz sizi daha çok seveceğimi nerden bileceksiniz ki?Düşünme kafanın içinde gerçekleşen bir şey.Ve ben çoğunuza göre daha fazla kafasının içinde yaşayan bir kızım.Düşündüklerim memleket meseleleri değil ki.Öğrendiğinizde iyi ki üstelemişim demiyeceksiniz.Söylediğimde size de saçma gelecek.Niye öğrenmek istiyorsunuz ki.Çok merak ediyorsanız genel olarak başka bir yeri, başka bir insanı düşünüyorumdur o an.Mesela yemek yiyorumdur o an karşılıklı gülüyorumdur.Yolda yürüyorumdur.Sinemadayımdır belki, belki bir yatakdayımdır.Olamayışları düşünüyorumdur ya da olabilitesi olan bir şeyleri.Liste böyle uzar gider.Ama benim kafamda uzar gider işte niye sizin kafanızda da düşünülmesini isteyeyim ki? 




İnsanlarla genelde hata yaptıklarını düşündüğümde, şahit olduğum yada deneyimlediğim bir hatanın aynısını yapıp sonrasında üzülmesinler diye düşündüğümde konuşur ikaz ederim.İlgilendiğim kısmı bu kadardır.Bilim buna kollama güdüsü diyor.Uyarırım, gerisine karışmam.Yada benden dışardan bir yorum istendiğinde kırmam, düşüncemi söylerim.Ama kendi ilişkilerine başkalarını karıştıranları pekte olgun bulduğum söylenemez.Acının sessizce yaşanmısını söyleyen büyüklerimizin bir diğer öğretiside çiftlerin özel durumlarının çaktırılmamasıdır.Kısaca bizim nezdimizde acının da kavganında ortada avaz avaz yaşanması görgüsüzlüktür.Ben yine de çok görgüsüzce bulmamasamda tuhaf bulurum.Deli mi be bunlar derim.Kaşlarımı kaldırır bi şaşırırım.

İnsanları sınıflarına göre yaşadıkları semtlere göre ayırmam zerre umurumda değildir.Biri  ay varoş kelimesini kullandığı an kendini geliştirememiş ve düzenin pençesine düşmüş bir birey statüsüne girer gözümde.Başka bir halktanmış gibi davranmaya çalışanlara sinirlenmem sistemin gerçekliğinin farkındayım çünkü, öfkemi sisteme yöneltirken vaşingtınlı arkadaşlarıma içten içe üzülürüm.Arada wer er yu from dememek için kendimi zor tutarım. 

Kalbi siyah insanlardan, sabah ezanından ve clementine çizgi filmi dışında hiç bir şeyden korkmam.Uzun uzadıya dinleyemem sizi, ve çoğunlukla anlattıklarına 'ya öyle mi?' şeklinde bir cevap veriyorsam zaten çok önceden bildiğin bir şeyi söylüyorsunuzdur bana.

Diyeceğim şudur ki;  herkes can yakmayı, kalp kırmayı, hor görmeyi veya görmemezlikten gelmeyi  bilir.Hele ki sizden yaşça büyük, sizden çok yer, çok hayat, çok insan, çok beden görmüş biri bunu nasıl becerebilir sizin hayal gücünüze kalmış.Ama bir dünya görüşümüz hayata bir bakışımız var sabır çekiyoruz.Kaldı ki en temiz yanımızı da size sömürteceğiz diye bir kaide yok.O sebeble kof kof ukalalıklar, cıvıklıklar yapmayın.

''Bu kadar okudum, bu kadar insana emek harcadım, bu kadar kendime emek harcadım, bu kadar hayata tanıklık ettim.Böyle mücadele ettim.Bu kadar insana değer verdim, bu kadar insana kalbimi açtım, bu kadar insanı düşündüm, gerçekten düşündüm.Kalbini kırmamak için uğraştım.Ve hala yapacak üretecek çok şeyim var'' diyebilecekseniz, sadece karıya kıza yeni basmakalıp tarzlara merak duymak yerine, hayata insana merakla bakıyorsanız eğer bu vakitten sonra muhattabımsınız.
Gerisinin alayı Fıss..  


7 Mayıs 2012 Pazartesi

Bana iki kelime, yanında da çay


Çay içmek hakkında pek bir fikrim yok ama çay demlemenin mutluluk belirtisi olduğunu söylemişti bir keresinde bir arkadaşım.
Bana çay demlemeyi öğretsene.
Bir seyler ters gidiyorsa birileri mutlaka senden çay bekliyordur.
Böyle zamanlar için çay demlemeyi öğrenebilirsem,
İnsanları anlamaya çalışmak yerine gidip onlara çay demlerim.
Severek içmeyi becerebilirsem de hayata dem vurup içebilirim.
Kulağa güzel geliyor.

Yine de bir bardak çay ve yanında iki kelime olsun sana ait -bu daha güzel.









Demlenen Kahve

İnsanlar hayatlarındaki boşluğu sabah kahveleriyle dolduruyorlar.
Mesela ben bazen sırf kahve içmek için uyanıyorum.
Uzun süreli yerleşilmemişlik diye bir şey var.
Dağınıklık değil bu, ne yaparsan yap istemediğin halde havada bırakılmışlık.
İşte buna benzer beş fincan kahvenin bile oturtamadığı çok şey var.
Ve sanırım bu;
Hayalimdeki kahve fincanını bir türlü bulamamamdan kaynaklanıyor.


5 Mayıs 2012 Cumartesi

Saçma sapan


Sizin de hayatınızın zıvanadan çıktığını düşündüğünüz anlar oluyor mu?
-Benim sık oluyor.

Böyle zamanlar da tanrının çıkıp işler zıvanadan çıktı diyeceğini düşünerek kendimi rahatlatıyorum.
Bazen de dünyanın dönerken sesini dinliyorum da
Kanımı bu dünya kaldıramayacak gibi geliyor.

Soluksuz kalışımın her umursamazlığında, 
İnsanlar ölüp ölüp tekrar diriliyor.
Bu zamanlarda da -acaba bütün insanlar aynı anda intihar etse tanrı üzülebilir miydi? diye düşünüyorum.
Bu daha ayrıntılı irdelenmesi gereken başka bir mesele tabi.
Kimseye değmeden durursam her şey iyi olacakmış, 
Beni fark etmeyeceklermiş gibi.
Ama öyle olmuyor işte, biri sizi fark ediyor ve yanınıza geliyor.
İhtimaller, tesadüfler, olasılıklar, olabilitesi olan her halt fazla yer kaplıyor ruhumda.
Tam olarak anlatamıyorum ama bu hissi bildiğinizi biliyorum.
Çok mu saçma sapan konuştum şu anda?
Sanmıyorum.
Saçma ve sapan olamazdı çünkü aynı anda hiç iki şeye birden sahip olmamıştık.
Geceleri gökyüzüne bakıyorum yıldızları görmek için.
Ama yoklar, parlamıyorlar.
Yıldızların söndüğü yok bende ki durum biraz farklı.
O yıldızlar var ya bazıları çocukluğumdan,
Bazıları suskunluktan, 

Bazıları da babamın gidişinden sonra karardı.
Fark ediyor musunuz bilmiyorum ama,
Bazen sustuğumu tüm zamanların üstüne koyarak yüksek alakalarınızı cid'tiye alıyorum.
Oysa başka hiçbir şeye gerek duymayacak kadar iyi olursa kafanız, gerisi sanrılardan ibaretti.
Siz okyanuslar verip boğuyorsunuz,
Ama benim istediğim sadece boktan bir bardak su.
Onu da alamadığım insanlar oluyor, beklentiler yüzünden.
Sonra kızıyorum hem de çok kızıyorum, ama kime kızdığımı bilmeden.
Aslında insanlar kötü değildi, 
Eğer bencil düşüncelerini saymazsak.


Yeri geldiğinde sarılmak istediğim boyunlardan da, 
Boğmak istediğim boğazlardan da bahsedebilirim.
Sadede gelecek olursak, 
Saatlerce hissetmediklerinizi dinleyip okuyabilirim 
Yeter ki samimiyetinizden bahsetmeyin.


Çok sıkıldım.
Sembolik anlamlar sıralama, bana ütopik sarılmalardan bahset uyuyamıyorum.