20 Kasım 2014 Perşembe

Kırlangıç

Kimsenin birbirine bir sey demediği,
Ziyadesiyle hiç bir diyaloğun olmadığı anlar
Ve o anların sessizliği üzerine gergin bir duruşum var.
Çünkü zembereği boşa dönüyor aramızdaki zamanın.
Çünkü o zamanda depremler oluyor ruhumun köşelerinde.
Ve enkaz altında kalıyor birileri,
Birileriyse burnu bile kanamadan çıkıyor o enkazdan.
Ama bir ben kalkıp gidemiyorum işte içimden,
Bir ben, hala başlangıçta olduğum yerdeyim.

Gidenleri ve kalanları hepiniz bilirsiniz tabi ki,
Ama size hiç bilmediğiniz bir şeyden bahsedeceğim şimdi.
Her gidenin içimizde bıraktığı o kırlangıçtan.
Evet kırlangıç.
Göğüs kafesimizi boşaltıp  yuva yapmaya çalışan,
Zehre yakışır bir kırlangıç hem de.
Ama kanatları kırık artık o kırlangıçın,
Ve içimizde yarattığı o tahribatta kendini iyileştiremediği sürece
Bir daha asla gökyüzünü göremeyecek.
İnsanlara da fazla görünmüyor artık, ki öldüğüne inansınlar.

Peki bunu o kırlangıça neden yapıyorsunuz?
Size soruyorum gidenler,
Biliyorum ki bir kulağınız hep geride ve bizi duyuyorsunuz.
Bırakın nolur kalsın!
Bırakın kalsın meyve ağaçta, kırlangıç havada
Ya da bir tarlada.
Bakın sevgili Edip Cansever de ne güzel söylemiş;
                       ''Kırlangıç tarlaya yaslanmış, buğday giyinmiş duruyor.
                        Tuğla yüklü bir araba geçiyor yoldan,
                        Göğsünde kırlangıcın, tuğlaların iniltisi.''

Diyeceğim o ki;
Kırlangıç o tuğlayı taşıyamaz.
Ona kendi gözyaşları bile ağır.
Çünkü;

Kırlangıç ağlarsa ölür.