29 Haziran 2012 Cuma

Haziran'ın son günü

Sen benden sonra çok seviştin biliyorum adam,
Ama ben dün geceye kadar kimsenin, beni öpmesine bile izin vermedim.
Sonra dün gece bir şey oldu.
Gece doluyordu göğüs kafesime, başka biriyle birlikte yıldızsızlığıma dokunmaya çalıştım.
Dokunuşlarını unutmak için, başka dokunuşlar istedim kendimce.
Beni en son öpenin sen olduğu gerçeği değişti.
Durgunlaştım ilk öpüşlerden sonra,
'Ne oldu?Eski birini mi düşünüyorsun' dedi.
'Hayır' dedim.
Yalan söyledim.

Elinde avucunda bir tek sigara kokusu vardı.
Bütün biriktirdiği buymuş.
Senin gibi dokunamadı ama,
İçime işleyemedi.
Kalbimi sıkıştıramadı.
Dokunuşuyla nefesimi kesecek kudrete sahip değildi çünkü o senin gibi.
Dokunduğu yeri yakamadı.
Sadece acı bir tat verdi dilime,
Yutkundukça körleşen bir düğüm.
Ufak ufak imzalar attı tenime,
Sana attığım gibi mor bir kalemle.
Senin dokunuşlarını unutmak isterken, yaralar açtım kendimde.
Öyle hemen kapanmayacak da biliyorum.
Suçlusu biraz benim aptallığım, biraz senin yokluğun.
Sana bencil diye kızardım ama,
Senden bencilleri de var.
Biliyorum artık
...

Kör, Sağır, Dilsiz

Eskiden uyurdum,
Sabah olurdu.
Son zamanlarda ise uyanıkken yazdığım adamı,
O ne ara daldığımı bilmediğim kısa uykularımda yaşarken buluyorum kendimi.
Sana okutmak için beklettiğim kelimelere ayıp.

Sesini ve kokunu merak ederdim önceden.
(Merakımı gidermek pek de güzel sonuçlar doğurmadı tabi)
Şimdi seni merak etmek bile lüks.
Ne yapıyorsun adam?
Neden kalmadın bana kadar?

Saçlarının rüzgarı başımı döndürürdü adam.
Bir keresinde saçların, ellerimin yıldız eksikliğini tamamlamıştı.
Saçların, rüzgarı fazlasıyla yakışıklı yapıyordu adam.
Şimdiyse bulutları kalbime taşıyor saçların.
Yağmur sessizliğini biriktiren gök/yüzünle beraber.
Dilsizlik kuyuna düşen cümlelerini siyah bir ışıkla dinliyorum.
Duymuyorsun.
Çünkü bana sağırsın sen.
Oysa başkalarının aslında çıkarmadıkları sesleri bile 
Duyabildiğini iddia ediyorsun.

Gözlerini bana devir istedim.
Ben bakamıyordum gözlerine,
Çünkü kirpiklerinde ölü kadınlar vardı.
Ben ölmek istemedim ki, seninle yaşamak istedim sadece.
Ne var biliyor musun?
Etrafında olan onca kadından hiç biri,
Yüzüne güneş düştüğünde, benim içimden geçenleri görmiycek.
Gerçi sen de görmüyorsun ki.
Çünkü körsün bana sen.

Bedenim sana aç benim.
Bilmiyorsun sen.
Sana olan ihtiyacım çok gürültülü.
İki elin vardı senin, neden biri benim elimde değil diye içerlerdim.
Yüzünün fırtınasında çatlamıştı göğüs kafesim.
Senin göğüs kafesinde nefes almak isterdim.
Sıcacık derin, tenimi yaksaydı ya ne olurdu?
Ama teninin tenime kıyısı yoktu.
Sen iki kelime öteye gidemeyen gemilere binip, 
Kaçmaya çalışıyordun.
Ben ise sana, okyanusları emanet eden cümlelerimden utanıyordum.

Sonsuzluk ne bilmiyorum ama,
İyi ki başlamamışız biz senle.
İyi ki bitmemişim ben sana.

25 Haziran 2012 Pazartesi

Söylesene

Diyeceklerin biter,
Bittikten sonra döndürürsün başa.
Hep aynı terane, kürekler boşa.
Kaybetmek değil bu,
Bir şey kazandığımızdan da değil.
Unuttuğun şeyler de değil artık,
Düşünülmeyenlerini de geçtim.
Bazı şeyler sağdan sonra solu atmak gibi bende.
İnatla en olmayacağı seçebiliyorsan yine, olsun.
Buna diyecek neyim var?
Geçtiklerimi de geçtim.
Unutmak ne kelime,
Ben en derine gömüyorum.
Kimse göremez.
Görmezlikten de gelemiyorum ki.
Bak, o kadar denedim.

Bu gece pek bir sarhoşum.

Bu yüzden düşündürmeye çalışmanın ya da romantik olmanın alemi yok.
Tek merak ettiğim;
Ne bok yiyorsun sen böyle, söyler misin?

24 Haziran 2012 Pazar

Eksiltili Cümleler

Elimi koydum yüzüne o gün, ölçtüm.
Yüzün, bir karıştı.
Elimi yüzdürdüm saçlarında ama, benim suçum.
Aklım bi’ karıştı..

Nasılız biliyor musun?
Kitabın hep aynı yerinde duran bir ayraç gibi.
Uygun bulamıyor gibi sanki cümlelerini, hiç bir tümlecin.
Ben diyorsun sadece, ben.

Nasılız biliyor musun?
Hep aynı sayfasında aynı kitabın.
Tüm karakterlerin sustuğu yerde,
Yazarın siktiği yerdeyiz tüm o kurguyu.
Eksiltili cümlelerindeyiz, kaydırıyoruz en bariz vurguyu.
Ya ben?
Beni boşver.

Nasılız biliyor musun?
Sessiz bir yer bulup saçlarını düşündüğümde;
Üstündekileri çıkartıyorsun, hayalimdekilerle kalıyorsun.

22 Haziran 2012 Cuma

Kısa

Birine gerçekten ne düşündüğümü anlatmak  zor geldiğinde, duymak istediklerini söylerim.
Böylece muhabbet kısa sürer.
Mutlu mesut evlere dağılırız.

-Tabi  her zaman bu şekilde ayrılmayız.


19 Haziran 2012 Salı

Duvar

Bazıları hakkını vererek kırmak için sağlam bir duvar arıyor.
Bazıları da çarpıp kırılmak için sağlam bir duvar.

Şimdi çıksak vursak yollara kendimizi duvarlar alınır, dönmemizi isterlerdi.
Dönüp vursak duvarlara kendimizi, yollar bizi beklerdi.
Duvar duvardır.
Geçebileceğin kadar bir boşluk yaratmaya çalışsan da nafile.
Yaratamazsın, değiştiremezsin.
Değişecek olan biri varsa o da sensin.
Duvarları yıkmak isteyen göğüs kafesini sustur ve yıkamadığın duvarların etrafından dolaş.

Bazen hayat çok dört duvar bir tavan.

İyi geceler tavan.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Kadraj

Hayatın kıyısından insanları izlediğimi düşünüyorum bazen.
Sanki ben orada değilmişim de dışındaymışım gibi.
Birbirlerini düşünmüyor gibi gözüküyorlar çoğunlukla.
Aslında insanlar birbirini düşünüyor, ama düşünmemezlikten geliyor.
(Hepimiz insan sayılırız bir yerde)


Sessiz kalma hakkımıza çullandığımız anlar oluyor bazen.
Böyle zamanlarda iç sesim, dış ses olsun istiyorum.
Sonra aklıma;
Gerçeklerimi duymayı hak etmeyenlere doğru bir söz söylememek için,
Ağzımı ellerimle kapatmam geliyor.
Vazgeçiyorum.


Ne kadar etraflıca düşünsem de, kadraja sığdıramadığım meseleler var.
Gerçi sen bütün olasılıkları kafanda tasarlasan da,
Nasılsa hiç aklına gelmeyen bir olasılığı yaşıycaksın.
Neyse,
Zaten hayatında bir kere her şey yerli yerinde olsaydı, kendine yabancı olurdun.
Böylesi güzel, böylesi kusurlu.

12 Haziran 2012 Salı

Saçmalık Silsilesi 3

''Pasta Mumu''


Kendimi bildim bileli doğum günü kutluyorum.
Her sene bir mum üfleyip, pasta kesiyorum.
Ailemden kaynaklı bir alışkanlık olsa gerek.
Annem güzel masalar hazırlar her zaman bana.
Küçükken babam kucağında sıkı sıkı tutar, masaya saldırmamı önlerdi.
Öperdi beni bıyıklarından gıdıklanırdım.
Hoşuma giderdi ama çaktırmazdım.
Rahatsız oluyormuşum gibi kızardım.
Bıyıklarını çekerdim.
Pasta yerken de bıyıklarına pasta bulaşırdı, ona bakıp gülerdim.
Uzun bir süredir doğum günlerimde yok,
Bundan sonrakilerde de olmayacak biliyorum.
Yine de her mum üflediğimde, pasta bulaşmış bıyıklarını hatırlayıp gülüyorum.

Bu sene çok abarttılar, 4 tane pasta getirdiler önüme.
Alev almış mumları ve patlayan maytapları gördüğümde nefesimi tuttum.
Çocuklar gibi heycandan ve sevinçten yerimde duramadım.
Dilek tutma anı var klişe ama şart gibi bir an.
Uzun uzun dilekler tuttum, kabul olmasını çok istediğim.
Kutlama tantanaları bin bir duygu yaşatıyor insana.
Etrafımı saran kalabalık.
Tüm sevdiklerim yanımda.
(Tamam belki bir kaç kişi eksik.)
Olsun.
Olanlar yanımda, olmayanlar da yanımdaymış gibi.
Sürprizler var.
Biri doğumgünüm için kalkıp Adana'dan gelmiş.
Arkamda sesini duyduğum an yaşadığım mutluluk anlatılamaz.
Sonra biri gece elinde pastasıyla kapımda bitti.
Yeni uyandığım için üstümde pijamalarımla afallaştırdı beni.
Rüya mı görüyorum diye düşündürdü.
Bir tanesi de var ki askerde olmasına rağmen her zaman benimle gibi.
Askerden kargoyla hediye göndermiş bana.
Sürpriz patlaması.
Mutluluk.
Çok fazla mutluluk.

Şimdi dilediğim dilekleri düşünüyorum da..
Sevdiğim kadar sevildiğimi hissettiren insanlar varken hayatımda,
Ben daha pasta mumlarından ne dileyebilirim ki?
-Saçma.
Ama doğru sen saçmalık silsilesiydin.Çünkü;
Silsile demeyi çok seviyordun
...

6 Haziran 2012 Çarşamba

Sebebiyet

Bir yol buldum sana.
Kolayca büyü diye.
Önce emekle,
Sonra yürü diye.
Okuduğun kitap ol,
İçtiğin su.
Bir kabiliyet ol çocukken edinilen.
Bir damla yağmur ol her yere yağabilen.
Bir çift eldiven buldum sana,
El ele tutuşmaktan utanma diye.
Sen nerede bir ışık hüzmesi görsen güneş olacaktın.
Nerede ay görsen, iki kere parlayacaktın.
Sen başka kucaklarda uyuyup uyanmayacaktın.
Bir amaç buldum sana.
Sebebiyetken sebepsiz olma diye.
Soruyken cevapsız kalma,
Kendini hep haklı sanma diye.
Bir ilk bahar buldum sana.
İlk günlerinde gösterişsiz bir koza.
Ruhunda kelebekler uçuşacak biz yaklaşırken yaza.
Bir zamir buldum sana.
Adı da ”sen”.
Ne güzel ”biz” olurduk sen kaçmasaydın eğer.
Ve bir son buldum artık sana.
Adı canın hoşkalsın.

Teşekkür ederim sana.
Yazmak için sebep olduğun için bana.
İri taneli gözlerini unutmıycam ama,
Yeni sebepler lazım bana,
Daha da yazmam sana.

5 Haziran 2012 Salı

Demlenen Kahve 3

Kahveyle ciddi düşünüyorum.
Ama yinede sen kahve iç, ben seni içerim olmaz mı?
Olmaz bilirim.
Çünkü sen çaycısın, kahve sevmezsin.

Kahve sevmeyen bir adamı sevebileceğimi nasıl düşündüğüme, aklım ermiyor doğrusu.
Uzattığım kahve fincanını düşürdü.

Yerde tuzla buz olmuş kahve fincanına bakıyorum,
Hayalimdeki kahve fincanını neden bir türlü bulamadığımı sonunda anlıyorum.

Sonra o kırıkların arasında etrafa saçılmış kahveye bakıyorum, içimde bir şeyler ölüyor.

Kahveye layık olamadın be adam.

4 Haziran 2012 Pazartesi

Düşeş

Bir süredir yeryüzündeyim.
Kalpleri siyah olan insanlar tanıdım.
Diğer renkleri göremeyen.
İçlerindeki organ değil, sanki uzay boşluğu.
Soğuk insanlardır onlar.
Bozuk sebzeler gibi.

Bir de sohbetin eksik tarafı olan insanlar var.
Hal böyle olunca tüm cümlelerin sonu kırık.
Ne kadar kırılıyorsa o kadar kırıyor insan bazen.
Mesela ben kırılıyorum ama kırılmamazlıktan geliyorum.
Ama gerçek olan bir şey de var ki; kırılsa da hepimiz kabuğumuzu seviyoruz aslında.
Bu yüzdendir yalnızlık.

İçindeki bozuk çocuğun dünyamı yakacağından mı korktun?
Kalbimin kendi kendisini yemesinden daha büyük bir şeydi bu gerçek.
Gerçekler saçma hele de söz konusu olan senin gerçeklerinse.
Bırak gerçekleri düşler yaz sen krem rengi kağıtlara,
Sonra hepsini yakalım.
Beni göğsünde uyut.
Düşlerimden öp.

Düşlere inanan çok insan var.
Ama inanmak seninle yanlış, anlatamam kalsın.
Senle ben tavladaki zarlar gibiyiz biraz.
Ben pek de iyi sayılmam tavlada bilirsin.
O yüzden sen salla zarları düşeş gelirse, düşeriz.

3 Haziran 2012 Pazar

Demlenen Kahve 2

Kahveyle ilgili onlarca şey söyleyebilirim sizlere,
Yine kahveyle bir öpüşmemizi okuyorsunuz işte.
Ama önce hayalimdeki kahve fincanını bulup bulmadığımı merak edenler için,
Hala bulamadığımı söylemek isterim.

Hayat benim için çoğu zaman, kahve ve müzikten ibarettir.

Bu gece de kahve yaptım kendime, karşılıklı oturduk içiyoruz.
Güzel bir şarkı paylaşmış biri, hoşuma gitti onu dinliyorum.
Kokusunu merak ettim sonra,
İnsanların kokuları bende her zaman ciddi bir merak unsurudur.

Ama beni asıl cezbeden tarif edemediğim kokulara sahip olan insanlardır.
Çünkü çoğunu tarif edebilirim, anlamanız için gerçekten çok iyi bir şekilde betimleyebilirim.
Hal böyleyken, anlatacak kelimeleri bir türlü bulamadığım konular canımı sıkar.
-Bu gece can sıkmak yok.
-Hem nasıl koktuğunu az çok biliyorsun zaten öyle değil mi.
-Sen değil miydin 'Güzel şarkılar dinleyen her insan kahve kokar biraz' diyen?

İç sesime hak veriyorum, bardağımı kahve kokan adama kaldırıyorum.

İlk yudumum.

Çok sıcak.
Kahveyi dudaklarımla buluşturma aceleciliğimden vazgeçmeliyim.






2 Haziran 2012 Cumartesi

Geceye aşık tavşanlar

İnsan konuşmayınca çok içiyor.
Sonra biraz uçuyor.
Ne zaman uçmaya başlasam gözlerim saçlarına takılıyor.
Aramızda bir uzaklık olabilir.
Olsun ama saçlarına dokunabileceğim kadar olsun istiyorum.

Haddinden fazla sarhoş akşamlar ve kanamalı ruhlar.
Anahtarım kayıp, içime giremiyorum.
Seni diyorum, bazen yanımda istiyorum.

Duvarlar güzelsin der sen sarhoşken.
Perdeler kendini gizler, kuşlar kışlara öter.
Gülüyoruz şimdi, hep bir hiçliğe sürüklenişimize.
Geçilemeyen bir huzur hikayesi kalmıştı aramızda sadece anlatmak istememiştik bir şeyleri.
Suskun oturuyoruz geceye aşık tavşanların yanı başında,
Bu gece ay pek bir tutuk ve biz bir ara kimleri düşündüğümüzü çabuk unutuyoruz.