19 Nisan 2012 Perşembe

Fazlası yok

En sevdiği barda her zamanki masasına oturdu yine.Çok değil on gün kadar önce de burdaydı.Karşısında sevdiği bir dostu vardı o zaman.Ona bir sebepten kalbinin attığını anlattığını hatırladı.Yüzünde gülümseme ile düşünceli bir ifade belirdi, karışıktı.
Ne istersiniz? demişti garson.Bomonti.Birincisini içti, ikincisini, üçüncüsünü, dördüncüsünü, beşincisini biraz abarttı bu sefer altıyı da gördü.Karşısındaki çocuk bir şeyler anlatıyordu.Ne anlatıyordu bu çocuk hiç bir şey duyulmuyordu.Hem kimdi bu çocuk?
Aşk dedi bir ara duydu, sus dedi.Ağzından aşk kelimesini duymak istediğim adam sen değilsin.Kalktılar.Rıhtım'a indiler.Seni evine bırakayım, iyi değilsin dedi çocuk.-İyiyim ben sen beni rahat bırak yeter.Bir şeyler daha söyledi çocuk koluna girmeye çalıştı, itilince sinirlendi ve gitti.Sanırım bir daha aramayacak.Aramasını isteyen kimdi ki?


Denize karşı bir banka oturdu.Dalgaların sesini dinlemeye başladı.

Huzursuzum dedi.Çok değil daha yirmi dakika önce sorsan sana binlerce şey sayabilirdi, tam olarak hangisini daha çok hissettiğini bilemeden.Mutsuzum derdi, insanlardan pek hoşlanmıyorum derdi, tanıdıklarımın yüzde doksanını hiç tanımamış olmayı isterdim derdi, ne uyuyabiliyorum ne uyanabiliyorum, gün içinde üç kere yerlere düşüp kırılıyorum, ben her gün en az bir posta dağılıyorum, derdi.Şimdi sorsan sadece huzursuzum der.Çünkü hepsi evine gittiğinde, onu bir kenara bırakıp dağıldıklarında, geriye bir tek bu kalıyordu.Hepsinden ötürü, hepsine neden, hepsinin sonucu olan büyük, dev bir huzursuzluk.

Ölmek dedi, büyülü bir husus muhakkak.Kesin bir U dönüşü, resmen baştan başlamak.Ölünce dedi, kimse senin ne yaptığın hakkında bilgi sahibi olamayacak, kimse senin kiminle düşüp kalktığını bilemeyecek, kimsenin işlediğin suçlardan, girdiğinin günahlardan, attığın kahkahalardan haberi olmayacak.Ölünce, sonunda, özgürsün derdi.



Dediklerini çoğu zaman içinden söylerdi O.Dışarıdan duyulan hep aynı şeylerdi.Dışarı için ayırdığı yüz kelimelik sandığının bir başkasına ağzı açılmaz, dili varmazdı.Bir ömrün yarısını yumruklarını sıkarak yaşar kalanını hastalıklarını saklamaya çalışarak sürüklerdi peşinden.Bu arada durmaksızın süslenirdi.Bitmeyen bir hınçla süslenirdi, yüzlerce yıllık bir açlıktı sanki onun süslenmesi, dudaklarını boyar, göz kalemini çeker, beyaz tenine renk gelsin diye allık sürer ve depresyona girerdi sık sık.

Düşerdi çok.İçine doğru düşerdi.Düşmek değil de belki, kendini bırakmak gibi.Aşağıya atlar gibi.Fark edemediği  tek şey ise, sığ olduğuydu, ne zaman kendinden düşse en fazla yüzü gözü sıyrılırdı o kadar.Kendinden nefessiz kalsa da, kırılıp, parçalanıp ölemezdi.Süründüğü parfümlerden, boyandığı makyajlardan, girdiği ruh hallerinden, tanımadığı kişiliklerinden, kafasında durmaksızın konuşan o kadından zehirlenip dururdu.


İnsan ölürken öpücüklerini ve heyecanlarını yanında götürüyor diyorlar fakat konumuz bu değil.O, ağladıklarını ağzında biriktiriyordu böylece ne zaman konuşmaya başlasa karşısındaki çaresiz boğuluyordu.Bence, iyi biriydi, sırf ortalıktakiler boğulmasın diye dilini yuttu.Bir sabah ansızın boğularak öleceğini biliyorum ama bundan şu an bahsetmeyeceğim.

Dalgaların seslerini dinliyordu.Sadece onları.İnsanlar sustu birden, kafasının içi de sustu.Dalgaların sesi mutluluk vericiydi.Şu an olması gerekende sadece buydu.

Fazlası değil.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder